İslâmiyet’in Arap Yarımadası’nın dışına taşarak tüm Ortadoğu’ya yayılmaya başladığı sırada, Mısır’da halkın belli bir bölümü İncil’in, daha küçük bir bölümü ise Tevrat’ın etkisi altındaydı. Ancak yine de büyük bir çoğunluk, eski “Osiris Öğretisi”ne “Osiris Dini” adı altında bağlıydılar.
Osiris Dini eski hâlinden çok şey kaybetmiş olsa da, halk arasında eski gelenekler çoğunlukla şekilsel olarak da olsa, yaşatılmaya devam ediyordu. Gerçi “Büyük Osiris Mabedi” yıkılmış ve Sırlar Öğretisinin rahipleri büyük bir çoğunlukla Kudüs’e gitmişlerdi ama Ezoterik Öğreti zor şartlar altında da olsa, kuşaktan kuşağa aktarılarak gizli yeraltı mabetlerinde ve İskenderiye’de ki Yeni Eflatuncu “İskenderiye Okulu”nda varlığını koruyabiliyordu.
Tufan Öncesi’ne ait “Kutsal Bilim’in Sırları’nın Mısır’a gelisinin üzerinden bir hayli zaman geçmiş ve değişen dünya şartlarında bu bilgileri yaşatmak ve muhalaza etmek, iyice güç koşullar altında gerçekleşmeye başlamıştı. İnsanlığın içinde bulunduğu İniş ve Çıkış Yasası”nı gayet iyi bilen ra­hipler, artık inişin gittikçe yoğunlaştığını ve sonlarına doğru yaklaşıldığının farkındaydılar Bu kaçınılmaz bir sondu ve zaten bu da kendilerine çok (inceleri açıklanan sırlardan biriydi. İnsanlık her geçen gün biraz daha bilgelikten uzaklaşacaktı… İşte şimdi gerçekleşen de buydu zaten… Bunun bilinci içinde İskenderiye’de geçmişin anıları yaşatılıyordu. Bir süre sonra Mısır savaşlarla da yıpranmaya başladı… Tufan Öncesi’ne ait tüm izler tarihin karanlıkları arasına adeta gömülüyordu…
İslâm Orduları Mısır’da
Mısır’ın geçmiş kültür izleri ilk kez Hristiyanlar tarafından tahrip edilmeye başlandı. Hristiyanlaştırma faaliyetleri adı altında çok sayıda mabet kapattırıldı ve içlerindeki eserler yakılıp yok edildi…
Kaçınılmaz son, Araplar’in Mısır’ı işgal etmesiyle geliyorum dedi… Uzun bir süredir çevre kıtalardan gelen kişileri inisiye etmekle uğraşan Mısır, askeri güçten oldukça yoksun kalmıştı. Büyük bir askeri güçle üzerine gelen İslâm Orduları karşısında fazla direnemedi… Teslim oldu…
Halka iki seçenek tanındı: Ya Müslümanlığa geçecekler, ya da kılıçtan geçirileceklerdi.
Mısırlılar Müslümanların gözünde Allah yoluna döndürülmeleri gereken putperest kafirlerdi… ve Sonunda Müslümanlar’ın istediği oldu. Çareleri yoklu… Müslüman oldular…
Halife Ömer döneminde işgal edilen Mısır’da Araplar’in ilk işi, “İskenderiye Okulu”nu dağıtmak oldu. Bu öylesine bir dağıtmaydı ki, bu olay daha sonraları tarih kitaplarına İskenderiye Kitaplığı’nın yakılışı olarak geçecekti. Böylelikle İskenderiye Kitaplıgı’nda saklanan Tufan Öncesi’ne ait Kutsal Bilimle ilgili çok sayıdaki Ezoterik kitap yakılarak yok edildi.
İnsanlığın aşağıya iniş sürecinin hız almasında büyük bir yarar sağlayan bu yıkım sayesinde, Tufan Öncesi’ne ait bir­ çok yazılı bilgiler günümüze kadar gelemedi.
Ancak yine de çok az sayıda da olsa bazı gizli kitaplar bu yıkımdan kaçırılabildi. İşte günümüze kadar gelebilenler de rahiplerin saklayabildikleri bu belgeler oldu. Daha sonralan bu kitaplar güvenilir kişiler vasıtasıyla elden ele ulaştırılarak varlıklarını sürdürebildiler.
Yıkım gerçekten de kelimenin tek anlamıyla müthişti!…
On binlerce yıl öncesine ait büyük bir tarih resmen yok ediliyordu… Rahiplerin bu yıkımı durdurabilmeleri noktasında ya­pabilecekleri hiç bir şey yoktu. Dahası artık inisiyatik çalışmalarını sürdürebilecekleri bir mabetleri bile kalmamıştı. Yazılı belgelerinin de hemen hemen tamamı yakılıp yokedilmişti.
Eskinin anısına ve ”Kutsal Bilim’in Sırları”na bağlı ra­hipler birerli ikişerli gruplar oluşturarak, gizlice toplanmaya başladılar. Her ne olursa olsun Ezolerik Gelenek, üstü örtülü bir şekilde de olsa gelecek kuşaklara aktarılmalıydı. On bin yıl önce Tufan’dan kurtarılarak kendi atalarına emanet edilen ”Kutsal Bilim ‘in Sırları “nın Araplar tarafından tamamen yok olmasına izin veremezlerdi.
Ancak aşağıya iniş hızla devam ediyordu…
Oluşan bu yeni durum karşısında ne yapacaklarını uzun bir süre tartıştılar… İlk önce, Muhammed Peygamber tarafından vahiy kanalıyla alınan Kur’an ı Kerim in içerdiği sırların, ülkelerini işgal eden Araplarca anlaşılamadığını farkettiler.
Kendi ezoterik bilgileri ile Kur’an-ı Kerim’i karşılaştırdıkla­rında hiç de Araplar’ın anlattıklarına benzemediğini gördüler. Bu şartlar altında, rahiplerin yapabilecekleri tek bir şey vardı. Araplara ve diğer Müslüman uluslara İslâmiyet’i Ezoterik bakımdan anlatabilirlerdi.
Aldıkları bu karar, Araplar’ın Mısır’a gelirken asla akılla­rına bile getirmedikleri çok farklı bir şeyin başlangıcını oluş­turacaktı. Mısırlı rahiplerin bu çalışmaları, daha sonraları şe­killenecek olan ‘”İslâm Tasavvufu”nun ve ”Batıni İslâm Ezoterizmi’nin ortaya çıkışında büyük bir fonksiyon gördü. Onlar için tüm dinler bir ve aynı kaynağa bağlıydılar. O halde Kur’anı Kerim’in içindeki gizli sembolik bilgileri ken­di Ezoterik Öğretileri’nin ışığı altında rahatlıkla gün ışığına çıkartabilirlerdi. Rahiplerin eğitimi zaten bu yöndeydi. Osiris Rahipleri bunu kolaylıkla yaptılar. Kısa bir süre sonra kökeni tebligat (vahiy) sistemine dayanan ve Muhammed Peygamber tarafından nakledilen Kur’an-ı Kerim’in içindeki sembolik bilgilerin derin anlamları, Osiris rahiplerinin bilgileri ışığında ele alınmaya başlandı. Sünni Müslümanlar buna şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendi anladıkları İslâmiyet ile rahiplerin halka anlatmaya baş­ladıkları arasında ciddi farklılıklar vardı.
Bunun derhal durdurulması gerekiyordu!…
Ama bu kez onların yapabilecekleri fazla bir şey yoktu. Çünkü İskenderiye Okulu’nun rahipleri, o zamanlar oldukça etkin bir konumda olan Muhammed Peygamber’in damadı Ali’nin yanında yer alarak, kendilerine gelecek baskılardan uzak kalmayı başardılar. Böylelikle Müslüman görünümleri altında, Alevilik mezhebinin içinde kendi Ezoterik Öğretileri’ni yaşatabildiler.
Allah’a tapınma olgusu, yerini, daha sonra Tasavvufi dü­şüncenin temelini oluşturacak olan, “‘Tanrı – Evren – İnsan Üçlemi”nden oluşan “Varlığın Birliği İlkesi”ne bıraktı. Sünni Müslümanlar bunu bir sapkınlık olarak nitelediler. Fakat Batıni çalışmalar bir kez başlamıştı… Ve hızla dünyanın çeşit­li yörelerine yayılıyordu…
Bu batini felsefe özellikle Arapkir’in zorla Müslüman yaptıkları toplumlar arasında büyük bir taraftar buluyordu. Bu yeni sistemle Zerdüşt İranlılar ve Şamanist Türkler İslâm’a çok daha kolay ayak uydurabildiler. Çünkü bu yeni sistemin içinde kendi eski geleneksel inançlarından da bir şeyler bula­biliyorlardı.
İslâmiyeti kabul eder görünen İskenderiye Okulu men­supları daha önce Mısır’da eğitilen Fisagor ve Ellatun’un eserlerini yaymaya başladılar. Büyük Eizoterik birikim artık filozofların felsefi çalışmalarında hayat buluyordu… Ezoterik birikim sembollere büründürülerek filozofların felsefi yazıla­rında yaşamaya başlamıştı.
Eski İskenderiye Okulu’nun rahipleri tarafından başlatı­lan ve daha sonraları Yeni Eflatuncu Filozoflar ismini alan bu grubun etkisi kuşaktan kuşağa sürmüştür. Onların görüşlerinden etkilenen birçok kişi ve gruplar olmuştur. Bazı filozoflar bu akıma ”Tasavvuf” ve kendilerine de “Sufi” adını verdiler.
Yunanca “Sofos” sözcüğü: “Akıl, hikmet ve bilgelik” anlamı­na gelir. Aynı kökten gelen “Sufi” kelimesi de İskenderiye Okulu yandaşlarınca, bu anlamı nedeniyle seçilmiştir. Böylelikle “Sufîzm” ortaya çıkmış bulunuyordu.
Temelinde Ezoterik Öğreti bulunan Sufizm, İslâmiyet içindeki dinsel motifler altında gittikçe güçlenen bir ekol oldu. Basra’da, Bağdat’ta, Kudüs’te ve Anadolu’nun pekçok yöresinde hızla yayıldı. Tüıkler’in Müslümanlığa geçişinde de bu batini çalışmalann çok büyük bir etkisi olmuştur.
Günümüz’deki Mısır:
Günümüzde İslâmiyet Mısır’ın resmi devlet dinidir. Hali­fe Ömer döneminde başlayan İslâmlaştırma hareketiyle bu­gün Mısır Müslümanlaştırılmış durumdadır. Eski mabetler zaten daha o dönemlerde kapanmıştı. Daha sonraları İskenderiye Okulu mensuplarınca başlatılan ça­lışmalardan da bugün geriye hiç bir şey kalmamıştır. Onlar da Demir Çağ’ın öğütücü dişlileri ansanda tarih sahnesinden çoktan silinip gitmişlerdir.
Mısır’dan geriye, rüzgarda savrulan kuru dallardan ve taş yapılardan başka bir şey kalmamıştır. Aynen Tevrat’ın Zekerya Bölümü Bab 10/11 ‘de önceden söylenmiş olduğu gibi, Mısır asasını artık kaybetmiştir:
Ve sıkıntı denizden geçecek ve denizde dalgaları vuracak ve Nil’in bütün derin yerleri kuruyacak ve Aşur’un kibri kırılacak ve Mısır’ın asası elinden gidecek.
Asa: Tüm Ezoterik Geleneklerde güç ve kudret sembolü olarak kullanılmıştır. Ancak asa, sadece bir sembol değil, ay­nı zamanda enerji çeken ve dağıtan bir obje olarak da kulla­nılmıştır. Mısır’ın asasını kaybetmesi ise. bir zamanlar sahip olduğu bilgeliği ve majik çalışmalarını yitirmesi anlamına gelmektedir.
Fakat her şeye rağmen hâlâ Mısır’ın eski dönemlerine ait gizlerin farkında olan ve bunları büyük bir sadakatle saklayan rahipler vardır. Bunlar günümüzde gözler önünde değildir. Bilinen bir mabetleri de yoktur. Onları bulmak gerçekten son derece güçtür. Eğer bulabilirseniz size hâlâ eskinin hatıralarıyla ilgili kısıtlı da olsa bir şeyler anlatabilirler. Bakın bugün Mısır’da yaşayan ve eski inisiyatik bilgi geleneğini hâlâ içinde yaşatan bir rahip, Antik Mısır Tanrıları için neler söylüyor:
– Ezoterik olarak, Neterler: Evren’in dışından bizim halklarımız olan Amonitlere ve kuzenlerimiz olan Tutsi halklarına geldikleri kaynağı ifade eder.
Amonitler, dağlık kayalara ateşten parmaklarıyla yazılar işlemiş­ler, kanatları olmadan gökte yol almışlar, düşünceleriyle nehirle­rin yollarını değiştirmişler ve bizlere ve kardeşlerimize köken ve büyük maji bilgisini aktarmışlardır. Ana vatanlarımızda ataları­mız “Işıltılı Olanlar”la evlenip orada yaşamışlardır. Gittiklerinde halklarımızın ataları büyük üzüntü duymuş. Onlar vahşilerin ge­leceğini önceden bildirmişlerdi, Vahşilerin liderlerinin kötü adı­nın kutsal diyarlarda Tanrı’nın adı gibi duyulacağını önceden bi­liyorduk. Ancak günü gelince onlar da, Işıltılı Olanlara boyun eğecekler. Onlar şimdilik saklı olmakla birlikte, bir kez daha halkımızla buluşacak ve yeni bir çağ başlayacaktır. Beyanın sonu­dur.
Bu metinde sözü geçen “Işıklı Varlıklar” kimlerdir? Bu­na, ilerleyen bölümleri içinde birlikte bir cevap bulmaya çalışacağız. Şimdilik sadece şunu vurgulamak isti­yorum ki, bir zamanlar bu yörelerde yaşanmış olanlar. Klasik Tarih bilgilerimizle hiç uymayan bir özellik gösterir. Aynen bir zamanlar Orta Asya’da yaşananlar gibi…
Ancak bir zamanlar burada yaşananları ve burada yaşa­yanların kültürünü günümüze kadar taşıyabilecek yazılı kayıt­ların maalesef büyük bir bölümü yukarıda sözünü etmiş oldu­ğumuz gibi yakılıp yok edilmiştir. Bu nedenle bazı sulara bel­ki de hiç bir zaman ulaşamayacağız!…
Alıntı