İlki 19’cu yüzyıl kuzey Irakta bulunan çivi yazım özelliği olan yazıtların çevrisi yapıldıktan sonra Sümerlerle ilgi bilgiler edinmeye başlanmıştı. 20’ci yüzyılda ise bulunan yazıtların tamamı okunmuş lakin bildiğimiz dinsel ve tarihsel tabuları ters yüz edebileceği kuşkusuyla o dönem kısmi olarak bilgiye sansür uygulanmıştı. Çağımız araştırmacı bilim insanları Sümerler ile ilgili edindikleri bilgilerden bu uygarlığın seviye olarak zannettiğimizden daha ileri olduklarını ve bu uygarlık insanlarının köklerinin daha derinlerde olduğunu artık rahatça söyleyebiliyorlar.
Bu ileri seviyeli uygarlık ile ilgili bazı araştırmacı bilim adamları biraz daha ileriye giderek bilim kurgusal anlatımlarla değişik düşüncelerini ortaya atmışlardı.
Bu araştırmacılar inançların yeryüzünde ilk oluştuğu tarihte, Sümerlerin yazıyı, sanatı, hukuku, tarımı, gök bilimini mezopotamya ya getirdikleri dönemde inanç önderleri olan Annunaki’lerin bu dönemlerde dünyanın dörtbir yanına yayıldıklarını iddia ediyorlar.
1922 Azerbaycan Bakü doğumlu, 2010’da vefat eden Rus asıllı Abd’li arkeolog Zecharia Sitchin ise Sümerlerin ileri uygarlık buluşlarını yapmadan önce insanlardan daha üst düzeyde olan varlıkların uzaydan dünya ya geldiklerini, bunların isimlerininde Annunaki’ler olduğu iddiasında bulunmuştu.
Bu kuramı onaylayan Abd Tulan üniversitesinde felsefe profesörü olan Michael Zimmerman, Annunaki’leri kast ederek ; “Eğer güneş sistemimize bizden önce ve bizden daha ileri düzeyde varlıkların geldiklerini göz önünde bulundurur isek, tarihi algılarımızı ve nereden geldiğimizi tekrar yeniden düşünmemiz gerekir ” diyor !!!
Sitchin gibi araştırmacılar delil olarak 4500 yıllık silindir damgalarda göksel valık olduklarına inandığım Enlil, Ninlil, Enki ile ilgili damgalara kazınmış resimleri ve anlatılan doğa üstü öyküleri gösteriyorlar.
Bir damgada ilginç olan ise güneş çekim düzeninin günümüz biliminin kabul ettiği konuma göre resmedilmiş olmasıydı.
Ortada güneş ve aynı yörüngede bulunan ve etrafında dönen 9 gezegen, yörünge dışında 2 ayrı gezegen ve önde Enlil, arkasında Enki’nin Tengri Anu huzuruna çıkışlarını gösteren kabartmada Enlil’in önünde birde 12’ci gezegen bulunuyordu.
Zecharia Sitchin gibi araştırmacılara göre dokuz yerine damgalara 12 gezegenin kazınması onlara göre nibiru isimli bir gezegenin var olduğuna ve 3600 yılda bir dünyanın yakınından geçtiğine delildi.
Sitchine göre eski zamanlarda mars ve jupiter arasında tiamat isimli bir gezegen daha vardı. Nibiru isimli bu meşhur gezegen 400 bin yıl önceki geçişinde tiamat ile çarpışmış, parçalanan tiamat gezegeninden dünyamız meydana gelmişti. Bu çarpışmadan hasar görsede nibiru belli bir zaman diliminde güneş düzeni çekim alanına giriyor, 3600 yılda bir dünyanın yakınından geçmeye devam ediyordu.
Annunaki’ler olarak isimlendirdikleri gelişmiş üstün zeka seviyeleri olan uzaylı göksel varlıklar, dünya ya bu dönemde inmişler, zeka seviyeleri düşük olan insanları dölleyip, kendi genlerini vermişlerdi.
Sümer damgalarından edindindikleri bilgilerle düşüncelerini savunan bu insanlar kuramlarında, Sümerlerin bilimsel ve dinsel olarak bu denli gelişmiş olmalarını nibiru gezegeninde bulunan üstün varlık Annunaki’lerin dünya ya gelişleriyle başladıklarını iddia ediyor, Anu/An/Tengri inancının dünya ya yayılmış olmasını ve pagan diye adlandırılan inançlarda da etkilerinin görülmesini Annunaki’lerin diğer bölgeleride istila etmiş olmalarına bağlıyorlardı.
Bu insanlara göre enlemesine geniş yörüngesinde diger gezegenlerin aksine ters yörüngede dönen nibiru 3600 yılda bir güneş düzen yörüngesinde dönen gezgenler devranına giriyor ve dünyanın yakınından geçiyordu.
Dünyanın yakınından geçen bu gezegenden üstün özelliklere sahip üstün varlıklar dünyaya iniyorlar, dünyada kaldıkları süre içinde insanları uygarlaştırıyor, bilim öğretiyor, neye inanıp inanmamalarını öğütlüyorlardı.
Gerçekteden buna benzer olgular Sümer yazıtlarında anlatılmakta.
Bu insanlara göre dünyadaki insanlarıda bu üstün varlıklar var etmiş veya döllemişlerdi.
Sümer yazıtlarında, dünyada insan yok iken dünya dışı varlığın veya varlıkların insanları yarattığı yazılmış olmasından yola çıkan birazda bilim kurguyla romantizm katan bu insanların iddialarında gerçeklik payı yokta değil.
Sümer yazıtlarında bu varlıkların dünyaya defalarca gelerek insanları bilgilendirdiği yazması Zecharia Sitchin ve Zimmerman gibi insanlar için Annunaki’lerin nibiru’dan tekrar dünyaya geleceklerine delildi.
Babillilerde okyanusların tuzu ve dünya oluşumunu oluşturan madde anlamında kullanlıan “Tiamat” sözcüğü kök olarak Sümerce “Ti” (yaşam) ve “Ama” (Ana/Anne) sözcüklerinden gelmekte. Sümerce olan bu sözcüklerin bileşiminden “yaşam ana” anlamı çıkıyor.
Babillilerden Tehom olarak Tevrata da giren Sümeri Tiamat sözcüğü bu inançta, uçsuz derinlik, sonsuz felaket anlamına geliyor. Babil anlatımlarında genç tanrılarla savaşta kocası Absu’yu kaybeden Tiamat tekrar yaşamı ele geçirmeyi deniyor lakin Enlil engel olup evreni kurtarıyor. Daha sonra Marduk rüzgar oklarıyla Tiamat’ın boğazını kesiyor, sonrada Tiamat’ın bedeninin alt kısmıyla dünyayı üst kısmıylada gökyüzünü yaratıyor.
Ön Türk Sümer kökenli olan Babil anlatımınının izlerini Tevrat, yaratılış 1:2-3 bölümünde de görmekteyiz. Tevrat anlatımında dünya karanlık ve sonsuz felaket içindeydi, Tanrı “Elohim” = ( Tanrı’lar !!!) nefesleriyle yükselen suları durduruyorlar, dünyayı bir feklaketten
kurtarıyorlardı !!! Bu anlatımı daha bir derli toplu olarak Musa’nın kızıl denizi ortadan yarması, İsrailoğullarının rahatça denizi geçişi ve Mısır ordusunun boğulmasıyla sonuçlanan İsrailoğullarının Tanrı tarafından kurtarıldıkları öyküsünün anlatıldığı Tevrat isaïe 11:15 bölümünde de görüyoruz. Eski yazıtlar ve Tevratta anlatılan göksel savaş imgeli bu efsanevi yaratılış öykülerini Zecharia Sitchin gezegenler ve evrenin oluşumu olarak algılıyor ve gerçek anlamda evrenin yaratılışı ve gezegenlerin oluşumu olarak kitaplarında anlatıyordu.
Tengri inancının dilsel anlamına göre “An nu na(ki)” tümcesinden sonsuz maviliğin tek hakimi olan “An” ancak yeryüzünde temsilciler seçer anlamı çıkıyor. İnançsal anlatımlarda An’ın gönderdiği göksel varlıklar insanlara uyulması gereken kuralları “ki”ye (yer yüzüne,”Ki”reye,Kü’reye) inerek söylüyorlar, İslami anlamda bir nevi vahyi ediyorlardı.
An’ı sadece gözyüzü olarak okuyan,(belkide işlerine öyle geliyor !!!) Sitchin gibi insanlar Sümerce Annunaki tümcesini gökten gelenler olarak çeviriyorlar !!! Oysa tümcenin başındaki “An” sözcüğü Sümerlerde sonsuz maviliğin tek hakimi, yaratıcı mutlak varlık Tengri anlamına geliyor.
Sitchin kuramını savunan insanlara göre Annunaki’ler gezegenlerinde ihtiyaçları olan altın gibi yaşamsal ihtiyaçları olan madenleri dünyadan çıkarabilemek için genlerini vererek uygarlaştırdıktan sonra köleleştirdikleri insanları güney afrikadaki madenlerde çalıştırmışlardı.
Sitchin’nin dayanağı olan bu görüşü Sümer yazıtlarında şu biçimde geçiyor;
Tanrı’nın altında olan büyük göksel varlıkların günlük hizmetlerini gören işçi Gigi’ler işlerinin yoğun olmasından dolayı okyanusların ve bilgeliğin kağanı olan Enlil’den yardım istiyorlar. Enlil ölmüş bir göksel varlığın kanıyla yoğurduğu toptaktan Gigi’lerin yükünü hafifletmek için insanı yaratıyor. Ölmüş Tanrı kanından yaratıldığı için insana tanrısal zekanın oluştuğuna inanılıyordu Sümerlerde.
İnsanın benzer yaratılış öyküsünü eski ahit Tevrat’ta ve Kuran’da da görmekteyiz.
Tevratta Tanrı insanı çamurdan yaratmış burnundan da kendi ruhundan üflemiş can vermişti.
Kuran da ise Allah insanı çamurdan yaratmış, kendi ruhundan üfleyerek can vermişti.
Bu insanlara göre düşünen insan anlamına gelen bizim gibi homo sapiens ve başka bir insan ırkı olan homo neandertallardan önceki insan ırkı olan homo eractüsleri dölleyen, bu seviyeye gelmemizi sağlayan nibiru gezegeninden gelen Annunaki’lerdi !!!
13.8 milyar yıl önce büyük patlamayla başlayan evrenin oluşumunda 4.5 milyar yıl önce gezegenler, 3.8 milyar yıl öncede dünyada yaşam oluşmaya başlamıştı. Sitchin gibi nibiru’nun tiamat’a çarpmasıyla dünyanın oluşumunu savunan insanlara göre bu çarpma sonucundan hemen sonra hava boşluğu, oksijen, su, mineral ve madenlerin oluşmasından hemen sonrada yaşam oluşmaya başlamış ve nibiru’nun 3.600 yıl sonra tekrar geçişine kadar homo eraktüsler dünyaya yayılmışlardı !!!
Oysa belli bir sürecin geçmesiyle oluşan yer kürede yaşamın oluşumu bu kuramın pek doğru olmadığını gösteriyor, dünyada yaşam oluşmasını sağlayan ve bedenimizde de taşıdığımız yaşamsal mineral ve enzimlerin uzaydan gelmiş olduğu gerçeği olsada bu kuramda bir çok soru yanıtsız ve askıda kalıyordu. Üstelik yaşam oluşmasını sağlayan maddeler tiamat gibi bir gezegenden değil, süper nova/yıldız-güneş patlaması sonucu dünyaya yüzbinlerce yıl süren toz ve göktaşı yağmurlarıyla gelmişti.
Ömrünü tamamladıktan sonra ağırlaşan ve büyüyecek olan güneşimiz patlayacak ve yaşadığımız evren yok olacak. Fakat patlayan güneşimizin başka bir gezegende yaşam oluşumuna ihtiyaç olan maddeleri toz yağmurlarıyla verecegi için yaşamın başka gezegenlerde devam etmeside bu bilgilerden edindiğimiz ihtimaller arasındadır. Çünkü dünyamızdaki yaşamda patlayarak yok olan bir güneşten gelen maddelerle oluşmuştu.
Tarihe 1930 yılında keşfedilmiş olarak geçen pluton gezegenini sümerler 4500 yıl öncesinde damgalarına kazımış olmaları doğruysa bu gerçekten ilginç, üzerinde durulması gereken bir bilgi.
Teleskopların keşfedildiği 17 yy’dan önceki tarihte insanların mars, venüs, jüpiter dışındaki gezegenleri çıplak gözle görmelerinin imkansız olması, Sümer damgalarındaki gezegenlerin resmedilmiş olmasını dahada ilginçleştiriyor.
Sümerlerin uranüs gezegeni ile ilgili verdikleri bilgiler günümüz bilim bulgularıyla neredeyse aynı.
Oysa sümerler zamanında teleskop yok idi.
Sümer yazıtlarında uranüs gezegenine bir cismin çarptığı yazılı.
Uranüse bir gök cismi çarpması sonucu yörüngesinin değiştiğini Nasa da doğruluyor !!!
Sümerler neptün gezegeninin yeşil/mavi olduğunu yazıtlarına yazmışlardı.
Çağımız insanı ise daha yeni öğreniyor. Sümerler uranüs ve neptün’ün varlıklarını biliyor olma ihtimali gerçektende ilginç !!! Oysa bu gezegenlerin keşif tarihi olarak 1781’la 1846 yılları verilmektedir. Güneşe en uzak gezegen olan pluton’un bir gezegenmi veya büyük bir göktaşımı olduğu hala günümüzde tartışma konusu. 2006 Prag’da bilim insanları pluton’un çok küçük olmasından dolayı gezegen konumundan çıkartarak yeni bir tanımlama olan plutoide ismini verdiler.
Bilim kurgu üzerine odaklanmış Sitchin gibi insanların niteledikleri üstün varlık Annunaki’ler, “An-nu-na-” tümcesi anlamına ters düşmektedir.
Çünkü bu tümcenin anlamından, yerin, göğün ve sonsuz maviliğin tek hakiminin ancak Tengri olduğu anlamı çıkıyor.
Tek hakim Tengri’ye vurgu olan bu tanımlamadan çoğul tanrılar çıkarmak imkansızdır.
Konularında uzman olan Kramer, Landsberger gibi Sümer tarihi ve dili uzmanı Asurologlar sonsuz mavilik anlamına gelen An/Anu sözcüklerini en büyük Tanrı, diğer varlıkları ya alt tanrılar yada An/Anutu /Anu’nun emrinde olan göksel varlıklar olduklarında hem fikirlerdir
Bana göre Sitchin gibi Sümer inancını araştıran bu insanların bulgularında gerçeklik payı var, lakin bilimsel verilere sırt çevirip ve yanlış açıdan baktıkları için gerçeği bütün olarak görememişlerdir, yada kendilerinden söz ettirmek için bilinçlice aksi kuramları savunmuşlardır.
Bir maymun türü olan şempanzelerle %98 ortak gen taşıyan insan gen yapısı M.ö. 1 milyon yıllarında var olmuş, varlıkları M.ö. 300 binli yıllarda son bulmuş başka bir insan türü olan homo eractüslere gensel olarak daha yakındır fakat 3-4 bin yıl önce insanları dölledikleri için genlerini değiştirenler oldukları iddia edilen Annunaki’lerin hiç bir gen izine ranstlanılmamıştır !!!
Bilimsel gerçekler olan bu veriler bize Sitchin ve Zimmerman gibi insanların kuramlarının doğru olmadığını gösteriyor.
Sitchin’e göre güneş düzeni içinde olan, çok excantrique/merkeze çok uzak ters yörünge izleyen bu gezegen 3600 yılda bir dünyanın çok yakınından geçiyor, her geçişinde denizlerin taşmasına, tufanlara hatta kutupların yer değiştirmesine neden oluyor. Bu geçişlerde nibiru’daki varlıklar dünya ya iniyorlar, yok olmakta olan gezegenlerini kurtarabilmek için dünyadaki altınları alıyor, tehlikede olan gezegenlerini korumak için altın tozlarını atmosfere püskürtüyolar !!!
2010 yılında vefat etmeden önce baştan Sitchin 2012 yılında nibiru’nun tekrar geçeceğini söylemiş, bilimsel olarak bunun pek mümkün olmayacağını bildiği için geçiş tarihini ileri atarak 2085 yılında geçeceğini daha sonra iddia etmişti.
Çıplak gözle mars ve venüs gezegenleri görüle biliyorken dünyanın 4/5 katı büyüklüğünde sürekli yaklaşan, yakın zamanda çok yanımızdan geçeği iddia edilen, çıplak gözle bile görülmesi gereken bir gezenin ileri teknolojilerle üretilmiş teleskoplarla bile görülememesi bu kuramın tamamen saçmalık olduğunu gösteriyor.
Zecharia Sitchin gibi bilim insanları nibiru olarak isimlendirdikleri gezegen anlatımlarında bazı Sümer inanç olgularını gözardı ediyorlar.
Sümer kenti Ur’da “Nanna” isimiyle ay Tengriye inanılıyor olması “ay”ı ve diger gezegenlerin uydularınıda gezegen olarak saymış olmaları ihtimaller arasında.
“Kardeşler kenti ” olarakta bilinen Ur kent ismi ve Nanna sözcüğü bileşiminden “Kardesler kenti Tanrı’sı” anlamı çıkmaktadır.
Mö 2150 yıllarındaki yazıtlarda bilim adamları Sümerlerin tam manasıyla Nanna sözcüğünün kök anlamını unuttuklarını Nannu sözcüğünü “Na an na” olarak ayırarak “göğün taşı veya göğün insanı anlamları çıkardıkları bilgisine ulaşmışlardı.
Daha sonraki dönemlerde sami dillerinin kökenini oluşturan eski aramice konuşan Akadlar bu ismi Nannaru olarak ay’ın tanrısı ve “aydınlık” anlamında kullanmaya başlamışlardı.
Bana göre nibiru gezegeninin ismi köken olarak Sümerlerde Nanna, Akadlarda Nannaru’dan türetilmiş olması daha gerçekçidir.
Milyonlarca ışık yılı uzaklığında bulunan süper novaların varlığını keşfeden bilim insanları 3600 yılda bir dünya yakınından geçen, ters yörüngede dönen bir gezegenin varlığını saklamış olmalarının mantıklı bir açıklamasıda yoktur.
3600 yılda bir dünya yakınından geçen nibiru’nun 4 bin yıl içinde hiç kimsenin görememesi ise bu bu kuramı tamamen zayıflatıyor.
Nibiru ve Annunaki kuramını ileri süren insanlarının göz ardı ettikleri bir gerçek daha varki bu kuramın tamamen akıl ve bilim dışı olduğunu gösteriyor.
Anu’nun bir uygarlık olarak orta asyada Sümerlerden önce, Sümerlerinde burdan göç eden insanlar olduğundan galiba bilgisi olmayan Sitchin gibi bazı araştırmacılar bu nedenlerden dolayı kuramlarını yanlış zemine oturtmuşlardı belkide.
Çünkü Anu’nun kalbi Türkmenistan karakum buluntuları olan devasal Göksuri uygarlığı kent ve bu kent mezarlıklarında yapılan kazılar, Anu uygarlığını buradan göç eden Sümerlerden binlerce yıl önceden oluştuğunu gösteriyordu.
Karakum buluntularının yeni olması, buluntularda yapılan çalışmaların tarih bilimine sunulması Zecharia Sitchin’in yaşamının son dönemlerine denk gelmesinden dolayı geniş açıdan bakmasına belkide engel olmuştur diye düşünüyorum. Sümer yazıtlarında da öyküsü anlatılan Etana/Atana Göksuri uygarlığında soyunu devam ettirebilmek için Tengri’den (Absu) yaşam suyunu aldığı damgalarda görselleştirilmişti.
10 binlerce yıl öncesinden kalma yüzlerce Tengri heykelcikleri yanında tapınılan nesne olarak görülmeyen birkaç Atana heykelcikleri bulunmuş, Anu’da kadın olarak betimlenen Tengri heykellerinden hariç tapınılan nesne olarak hiç bir insana tanrısal olgular verilmemişti.
Tengri’yi simgeleyen mükemmel güzellikte ve incelikte yapılmış heykelciklerden hariç mezarlara başka hiç kimsenin heykeli veya betimlemesi konulmamış, sadece ölen insanların günlük yaşamlarında kullandıkları eşyalar öbür yaşamlarında da kullanılabileceği inancıyla ölen kişiyle beraber kurgana (korunulan yer) gömülmüştü.
Sümerler böyle bir uygarlıktan, tek Tengri inancının hakim oldugu Anu’dan güney Irak’a göç etmişler, burda kurdukları uygarlıklarıyla diger inanç ve uygarlıkların temel kaynağı ve insanlık gelişim tarihinin başlangıcında mihenk taşı olmuşlardı.
Diğer Sümer kağanları gibi tarihi kişilikler olmayan Enlil,Enki,Ninlil iyi incelendiğinde bu varlıkların ne bir kağan nede alt tanrılar olmadıkları görülecektir. Enlil, Sümer yazıtlarında bilge, seçkin kişilik olan, insan, türemek, tohum anlamına gelen “Nu” ünvanlı Ziusudra/Nuh’a Tengri’nin bir tufan başlatacağının haberini vermiş ve bir gemi yapmasını söylemişti.
Tufan öykülerinin anlatıldığı yazıtta Enlil Tengri ile Tengri’nin seçtiği bazı insanlar arasında aracılık yapan, Tengri’nin hizmetinde olan bir göksel varlık olduğu bana göre daha gerçekçi ve anlamlıdır.
Enlil’in isminin son ekindeki lil(yel) sözcüğü sadece rüzgarı değil, dünya ve uzay boşluğunu ve göksel anlamları içerdiği için Tengri arasında iletişimi sağlayan aracı melek/göksel varlık diyebiliriz.
İsminden de anlaşılacağı üzere isminin son “ki” ekinin yerden anlamına gelen Enki ise yeryüzü, dünya düzeniyle ilgilenen Tengri’nin tayin ettiği varlık olduğu görülmektedir. Sümer Tengri inancındaki bu göksel alt varlıklar olan Enlil, Enki, Ninlil olgularını semavi inançlarda da dört büyük melek olduklarına inanılan göksel varlıklar isimlerinin son ekleri “il” ve ibrahim peygamberin Halil isminin son eki lil” ekinde de göksel anlamına gelen “lil” sözcüğünü görmekteyiz.
Sümerler Mö 2600’lü yıllarına kadar “aydınlık” tanrısı olduğu iddia edilen ay tanrısı Ud sözcüğünü yazarkan Dingir/yıldız ekini koymuşlar, aydınlık anlamına gelen Ud sözcüğünü güneş içinde kullanmışlardı.
Dingir/Tengri eki ise sonsuz mavilik anlamına geldiği için güneş, ay veya diğer gezegenlerle beraber yazılmasından değişik tanrılar değil, aslında güneş ve ay da dahil sonsuzluğu, sınırsızlığı ifade eden tanımlamasıyla ay güneş gibi görünen, görünmeyen bütün varlığında Tanrı’sının Dingir olduğu anlamları çıkıyor.
Sümerce Dingir, eski Türkçe Tengri yeni Türkçe de Tanrı sözcüklerinin anlamı sonsuz mavilik olarak sadece An’a vurgudur.
Bu nedenden dolayı Tengri sözcüğü sonsuzluk tanımlamasıyla ilahi güç olan mutlak varlığa vurgudur.
M.ö. 2600’lü yıllarında Sümerler UD sözcüğünden ID tanımlamasını türeterek dolunayı ve yılların 12’ye bölünmesi olan ay takvimi anlamına gelen bu sözcüğü kullanmaya başlamışlardı.
M.ö. 2000’li yıllarda ID tanımlaması “ot uz” olarak değistirilmiş, ay takviminde bir ay’da 30 gün olmasından dolayı ay’ında 30 tanrısı olduğu inancı bu dönemde yayılmaya baslamıştı.
M.ö. 2150 yıllarında sümer kenti Lagas ve Girsu da bulunan yazıtlar hakkında bilim insanları Sümerlerden sonra Akadlarda “Sin” olarak ay tanrısına dönüştürülen Zu-En sözcüğünün “Dingir En-Zu” olarak yazılmış olması karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.
Çünkü bu sözcük “Bilge Tengri” anlamına geliyordu ve hiçbir nesnel vurgu yoktu !!!
Günümüzde dünyada konuşulan bütün dillere girmiş ve bir çok sözcüğün kökenini oluşturan, yaşam veren sıvılarda katalizör oluşum anlamını anlatan “Enzim” sözcüğü ön Türkçe Sümerce En-zu/ Bilge Tengri sözcüğü kökenlidir.
Bazı araştırmacı bilim insanları bazı nesne ve olgulara vurgu olan isimlerin Sümerlerden sonra değişik tanrılara dönüşmesinden dolayı Sümerlerinde değişik tanrılara inandıkları iddiasında bulunmuşlardı haklı olarak.
Lakin Sümer yazıtlarında “Dingir En-zi” tanımlamasını bir kalıba sığdırılamaktadır…
Çünkü çoğul tanrıların olduğu anlayısına ters, zıt bir anlayıştı bu olgu.
En-Zi isimli ne bir kişi nede nesnel bir olgu Sümer tarihinde yoktu.
Bu sözcüğün kök anlamından yaratılmamış, sonsuz olan tek ilah Tengri yaşam verir, yaşamı veren Tengri anlamları olmasından dolayı Sümerlerin Türkistan Anu’da olduğu gibi ilk başlarda tek bir Tengri’ye inanıyorlardı diyebiliriz.
Akadlar ve Hititlerin aksine eski Sümer yazıtlarında bu olgular işlenmişti.
Bu da bize Sümerler bazı dönemlerde inançlarının yozlaşması sonucunda değişik ilahlara tapınmış olduklarını ve Sümerlerden sonra oluşan Akad uygarlığında Sümeri kağanlar ve göksel varlıklar olduğuna inandığım varlıkların bir kısmının ismi değişikliğe uğratılarak değişik tanrılara dönüştürüldüğünü gösteriyor.
Dingir yazılmayan yerlerde isim ve olguların değişik tanrılar olduğuda çok tartışılır, çünkü bunlar Tengri’nin altında, Tengri’nin emrindeki varlıklardır, Tengri’nin altında, Tengri’nin yarattığı varlıklara Tengri’den bağımsız tanrılar olduklarını iddia etmek, sonsuzluk ve mutlak yaratıcı tek güç olduğuna inanılan Tengri inancına zıt bir anlayıştır .
Edindiğim bilgilere göre Tengri’nin altındaki varlıklar Tengri’nin emrinde göksel varlık melekler veya Tengri’nin yeryüzü temsilcileri olan kağanlarıdır.
Bu inanç içinde ilk kağan Etana/Atana ise Tengri’nin bir kuludur ve Tengri’den yardım almak için binek üstünde Tengri katına çıkan ilk insandır. Anu uygarlığındaki damgalarda bu konular resmedilmişti.
Akadlarda aşk tanrıçasına dönüştürülen İn Anna’nın eşi Dumuzi ile birbirlerine söyledikleri deyişlerde İn Anna Dumuziye Kuli Anna diye hitap ediyor. “Kuli” sözcüğünü günümüz Türkçesinde Allah’ın “Kul”u anlamında kullanıyoruz. Sümerce bu ünvan Tengri’nin/An’ın dostu anlamına geliyor olmasına rağmen Akad ve Babillilerde Dumuzi en büyük tanrılardan olan Tammuza dönüştürülmüştü !!!
Açıkcası Sümerlerin son dönemleri ve sonrası Akadlarda Tanrı olmayan, olamayan ilk kağan Etana/Atana’nın soyundan olan kağanlar mezopotamya, ortadoğu ve bu uygarlıklarla ilintili ulusların en büyük tanrıları olmuşlardı.
Bazı dönemlerde insanların bu kağanlara ilahi özellikler yükleyerek ilah olarak tapınmış olmaları bu insanların tanrılar olduklarını göstermez, aksine bu Tengri inancının insanlar tarafından sonradan yozlaştırılmış olduğunu gösterir.
Tengri’nin altındaki varlıklar olan kağanların isimlerinin önüne ve arkasına Tengri’ye vurgu Dingir sözcüğü ve yıldız görseli eklenmiş olsaydı bu varlıklarada tanrılar diyebilirdik.
Örneklersek ,Enlil isminden Yelin/uzay boşluğunun piri, efendisi anlamı çıkıyor.
En sözcüğü sümerce Pir, iye, sahip örnek alınan, uyulması gereken kişi/varlık anlamlarına geliyor.
Lil sözcüğü ise az bir değişikle günümüz Türkçesinde Yel tanımlamasına dönüşmüş olarak rüzgar ve uzayı olusturan boşluk anlamlarına geliyor.
Bu sözcüklerin bilesiminde Enlil isminin ne anlama geldiğini bilmek çokta zor degil.
Enlil gibi diger Sümer kağanlarının isimlerinin önüne veya arkasına neden Dingir eki eklenmediği iyi kavranmalı.
Enlil,Enki,Ninlil gibi varlıkların Tengri ile insanlar arasında iletişimini sağlayan göksel varlıklar oldukları bana göre daha gerçekçidir.
Tarihte yaşamış kağanlar olarak ismi geçen Sümeri kişilerin tanrılar olmadığınıda bilmek zor degil.
Çünkü Ziusudra/Nuh peygamber gibi kağanları bilgilendiren, Tengri’den uyulması gereken kuralları getiren Enlil gibi göksel varlıklar vardır.
Sümerler ve akadlar konusunda en büyük uzman kabul edilen Kramer, Sümer çivi yazılarını çözen kişi olarak Sümerce çevrilerine baş vurulan temel kaynaktır.
Tarih Sümerde başlar isimli eseri antropolog, tarihci ve dil bilimcilerinin üzerinde çalışmalar yaptıkları baş yapıttır.
Yurdumuzda bile arkeolojik kazıları yöneten ve yönlendiren yabancı bilim insanları alanda toz, toprak içinde harıl harıl çalışırken bizimkilerde acep ne bulunmuş diye gazete başlıklarını takip ediyorlar.
Günümüzde bilim insanı olarak başvurduğumuz kişilerin yavan ve basit tarih anlayışlarından birşeyler öğrenmek pekte mümkün olmuyor.
İnsan ve insanlık tarihini ve köklerini araştırmakla yükümlü olan bu insanlar antik yunan uygarlığı üzerine yazılmış makaleler gibi batı uygarlığı üzerine yazılmış metinleri Türkçeye çevirmekten başka birşeyde yaptıkları yok.
Oysa Türklerin İslamı kabul etmeden önceki dönemde emevi araplarla süren savaşlarda uğradıkları katliamların anlatılmadığı, gizlenen, karanlıkta bırakılan, üstü kapatılması istenen uzun bir dönem var !!!
Batılı bilim ve tarih insanlarının kendileri ile ilgili yapıtlarını okuyup bunları gazete köşelerinde ve tv ekranlarında eglenceye dönük söyleşilerde anlatmak daha kolaylarına geldiği için kafa yormak pekte işlerine gelmiyor.
Bunlar birde toplumu yönlendiren, aydınlatan araştırmacı, tarihçi sıfatlı kişler oluyorlar !!!
Toplum, bizi biz yapan binlerce yılın süzgecinden geçerek oluşmuş, örfünü , adetlerini, ruh’unu kaybetti. Bu sözde tarihçiler ise show/eğlenceye dönük söyleşilerde masal anlatmaya devam ediyorlar.
Dünya insanı gibi bulgularından fazlasıyla yararlandığım Kramer’in Sümerlerle ilgili tespitlerinde Sümerlerde yaratılış şu şekilde özetleniyor;
-Sümerlerde Ana olarak betimlenen ve kabul edilen Tanrı sonsuzdur ,yaratılmamıştır ve Tektir.
-Bir birine yapışık olan göğü ve yeri o yaratmıştır.
-Bu iki nesne arasında gaz sıkışmasından doğan basınç gücü sonucu yer ve gök birbirinden ayrılmıştır.
-Bu gazlı nesneye Tengri’nin kendinden bir parça vermesi ay’ın oluşmasına neden olmuştur.
-Göğün ve yerin ayrılmasından sonra yeryüzü, bitkilerin oluşmasına ve hayvanların yaşamasına uygun hale gelmiştir. Yeryüzünde yaşamsal nesneler olan bütün canlılar su, toprak ve havanın birleşmesi sonucunda güneşin devreye girmesiyle hayat bulmuşlardır.
Şu bir gerçekki bir kısım siyasi, din ve bilim adamları bazı gerçeklerden rahatsız oluyorlar.
Bazıları ise bilinçli olarak gerçeklerin üzerini kapatma çabasındalar.
Azınlıkta olan bu saplantılı insanları rahatsız eden iki gerçek vardır.
Birincisi, Sümerlerle ilgili bütün bulgular Türkistan, Anu uygarlığından mezopotamyaya getirilmiş dinsel,örfsel olgular olmasıdır.
Anu’dan mezepotamya ya 8 bin yıl önce göç etmiş Sümerler ve günümüz Türki topluluklarla aralarından bunca kopuk zaman geçmesine rağmen yüzlerce sözcüğün aynı anlamlarla kullanılıyor olması Sümerlerin insanlık taş devrini yaşarken mezopotamya da ileri uygarlık kuran, insanlığın gelişmesinde en temel topluluk olmasından ve bunların ön Türkler olması Hint-Avrupa dilini konuşan uluslardan başka üstün uygarlıkları başka ulusların kurmuş olmalarını mümkün görmeyen bir kısım batılı aryanist ırkçısı siyasi ve bilim insanlarını rahatsiz ediyor.
Bu nedenlerden dolayı Sümerlerin etnik kimliklerini ve konuştukları dilin hangi dil bütünlüğünde olduğunu gizlemeye çalışıyorlar.
Günümüz Türkçesiyle en az 300 sözcüğün Sümerler tarafından da kullanılmış olmasına rağmen Sümerceyi arkaik/ölü dil konumuna koyuyor, Türki dillerin temel özelliğini gösteren eklemeli yazım özelliğini kullanmış olmalarını göz ardı ediyorlar.
Arapcadan, Farscadan, Fransızcadan alıntılanan sözcüklerle kirletilmiş olan günümüz Türkçesiyle bile Sümerce bir çok sözcüğün ne anlamlara geldikleri üç aşağı, beş yukarı anlaşılması karınlarını ağrıtıyor.
Bu insanlar önceleri hiç bir bilimsel veri göstermeden Sümerlerin Hint-Avrupa dilini konuşan topluluk olduklarını söylediler lakin bu tahrifat ve yalanlarını artık hiç kimse savunacak durumda değil.
Sümer ve Akad dili ve tarihinde en büyük uzman olarak kabul edilen Kramer “Tarih Sümerde başlar” isimli eserinde gerçekleri yazarak bu tür saçma iddialarda bulunan insanların kuramlarını paçavraya çevirmişti.
İkinci neden ise Sümer Tengri inancıdır.
Biraz bilim kurgu romantizmiyle nibiru efsanesi üzerine odaklanmış insanların Sümerlerin inançsal olgularını işlemeleri bile sümer inancı konusunda gerçek bilgi veriyor.
Yanıldıkları noktalar Anunaki’ler olarak dünya ya üst düzey varlıkların gelmesini kalu beladan beri var olan Hak inancı olduğuna inandığım Tengri ile insanlar arasında aracılık yapan göksel varlıkları dünya dışı uzaylılara bağlamaları gibi yukarda anlattığım ayrışmaları var.
Önceki yazılarımda defalarca dellilendirdiğim gibi Tengri inancından etkilenmeyen inanç yok gibidir. İster yozlastırılmamış
haliyle, ister özünden uzak yozlaşmış haliyle olsun sonraki dönemlerde oluşan uygarlıklar mutlaka etkilenmiş ve inançlarını bu inanç üzerine kurmuşlardır. 3 bin yıl buluşlarıyla insanlığa yön veren Sümer uygarlığı sonlanmış olmasına rağmen Sümer yazısı ve dili bilim dili olarak 2 bin yıl kullanılmaya devam ettiği için diğer inanç ve uygarlıkların Tengri inancı olgularından etkilenmemeleri mümkün değildir.
Dünyadaki bütün inançlara öyle veya böyle kaynak olmuştur Tengri inancı.
Uruk kenti hakanı, efsanevi kisilik Sümeri Gılgamış’ın efsane olgu ve anlatımı birsürü örneklerden birtanesidir.
Gılgamış destanında Gılgamış’ın gezegenleri dolaştığı anlatılmaktadır.
Anlatımda Gılgamış Mesh gezegenini ziyaret eder, bu isim antik yunanda Her”(mesh)”e romalılarda mercure dönüşür.
Gılgamış’ın ziyaret ettiği gezegen Hindiuzimde Ganeş olarak hırsızların tanrısı olur.
Bunlar değişik uygarlıklardır lakin ana kaynakları aynı olduğu için hepsinin temel özellikleride aynıdır, hepsi şifacı, şifa arayan hekimlerdir.
Ne tesadüf !!! Gılgamış da ölümsüzlük bitkisini arayan, insanların ölmemesini amaçlayan bir kişi !!!
Batı dillerinde Gilga”mesh” yazımını gördüktenden sonra eski Yunan tanrılarından olan Her”mesh”in Gılmış efsanesinden araklanmış olduğunu görmek için özel bilgiye gerekte yok aslında…
İşte bu bilgiler aryanizmle kendilerini üstün insan konumuna koyan bir kısım batılı siyasi ve ırkçı bilim adamlarını ve arapçılığı özellik zanneden yobaz cemaatlarını rahatsız ediyor.
Tarihi gerçekler kabul edildiğinde Müslümanlar arab faşizmiyle yoğrulmuş emevi inancını terketmek zorunda kalacaklar. Hiristiyanlar M.s. 325 yılında pagan kral Konstantin tarafından yazdırılan incilin Hak inancıyla ilgisinin nerdeyse kalmadığını görmüş olacaklar.
Siyonistler ise bütün insanlığı sömürmek için yarattıkları, kullandıkları Babillilerden arakladıkları Tengri inancı olgularının onlara ait olmadığı için kendilerinin seçilmiş insanlar olmadıklarını kabul etmek zorunda kalacaklar.
işte bu nedenlerden tarihi ve inançsal gerçekleri inkar etmek zorundadırlar.
Ama ne yapılırsa yapılsın, tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilinir ama asla yok edilemez.
Alıntı:köklervekanatlar