Zaman, insanlığın merak edip cevap bulmaya çalıştığı sorulardan biri olarak tarih boyunca ele alınarak anlaşılmaya çalışılmış bir kavram olmuştur. Bu bağlamda zamanın var olup olmadığı, varsa nasıl oluştuğu, bir başlangıcının olup olmadığı, mutlak mı göreceli mi olduğu, zamanın mekânla ve hareketle ya da süre ile ilişkisi, zamanın evrenin yaratılışıyla ilgisi gibi sorular daima gündemde kalmıştır. Hem düşünce hem bilim tarihinde zamanın varlığı, oluşumu, metafizik âleme, fizikî evrene ve insanlığa etkisi merak konusu olmuş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır.[1]
İçinde bulunduğumuz mekan; en, boy ve derinlik olarak tarif edilmektedir. İzafiyet teorisinin getirdiği anlayışla bu üç koordinata dördüncü olarak, bir de zaman eklenmiş, toplam dört boyutlu bir evren tasvir edilmiştir.
Zaman kavramı, biz insanları ilgilendiren bir konudur. Hareketin olması zamanı ortaya çıkarmıştır. Hareket olmasa zaman diye bir şey olmazdı. Zaman kavramını, hareketlerin önce ve sonra olmasını belirlemek için insanlar, meydana getirmek zorunda kalmıştır. Zaman kavramı hareket ve olaylara göre sistemleştirilmiştir. Bir olay başka birine göre değerlendirilmektedir. Bu olay diğerine göre önce oldu veya sonra oldu, şeklinde oraya hayali bir zaman kavramı yerleştirilmektedir. Böylelikle sürekli meydana gelen olayların ve hareketlerin oluş sırası belirtilmiş oluyor. Bu nedenle hareket ve fiil olmasa zaman diye bir şeyden söz etmek de mümkün olmazdı.[2]
Zaman fenomeni, sosyal boyut ve yansımaları itibariyle sosyolojinin önemli bir konusudur. Çünkü zaman, toplumun, toplumsal hayatın kaderidir. Toplum, zaman içinde, dünya zamanı içinde ve zamanla var olur, varlığını sürdürür. Toplumlar, medeniyetler, kültürler, toplumsal varlıklar, örneğin aileler, dinî grup ve cemaatler, siyasal gruplar, ekonomik organizasyonlar, uluslar, meslek grupları vs., hayatlarını, sosyal zaman veya sosyo-zamansal düzen içinde düzenlerler. O halde zaman, toplumun varlığının ve sosyal hayatın vazgeçilmez bir merkezî boyutunu teşkil etmektedir.
Esasen zamanın, insanî olup mekân ve şartlara, yerellik ve küreselliklere göre farklı algılanabildiği, içinde olayların geçtiği şey olduğu, olayların, zaman içinde meydana geldiği, sosyal olguların zaman içinde var olduğu, zamanın varlık ve var olma ile sıkı ilişkisinin bulunduğu, insanların varlıklarının zamansallıkla ilişkili olduğu, zamanın bedenle ilintili olduğu, olayların zamansallığa sahip oldukları, zamanın kamusal geniş boyutlara sahip bulunduğu, sosyal ilişkilerin zaman üzerinden düzenlendiği, toplumsal değişimin zamandan ayrı düşünülemeyeceği, her kültürün zamanı ve tarihinin olduğu; zamanın sosyal ve kültürel bir gerçeklik olduğu tespit edildiğinde, zamanın sosyal boyutlarını incelemenin önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır.
İnsanın içinde yaşadığı alemdeki zaman ile ve akıl ötesi alemdeki zaman tamamen birbirinden farklıdır. Hatta zaman kavramı, sadece insanın yaşadığı alemde söz konusu olup, akıl ötesi alemde bir zaman mefhumundan bahsedilemeyeceği bilinmektedir. Fakat insanlar her şeyi, için de bulundukları boyuta göre anlarlar veya anlamaya çalışırlar. Çünkü insanlar yaşadığı alemin bir parçasıdır ve kendisini ondan soyutlayarak düşünemezler. Ama şu anda bilinmektedir ki, her şey insanın yaşadığı alemden ibaret değil, onun ötesinde de bir alem vardır. Onu anlamak için insanın yaşadığı alemin kıstaslarını kullanmak boşuna bir çabadır.[4]
Modern fiziğin makro âlemde (atom-üstü seviyede) en önemli teorisi izafiyet teorisidir. Fizik açısından bu kadar önemli olan bu teorinin felsefî açıdan da pek çok kayda değer sonucu olmuştur.
20. yüzyıla Newton fiziğinin hâkimiyeti altında girilmişti. Bu fizik anlayışına göre uzay ve zaman, birbirlerinden ayrı ve mutlaktılar. Zaman; uzayın her yerinde ve tarihin her döneminde, çekim gücü, hız ve kendi içinde gerçekleşen olgulardan tamamen bağımsız olarak akan, her gözlemci ve uzayın her noktası için aynı şekilde geçerli, ontolojik yapısı mutlak ve evrensel olan bir varlık olarak kabul ediliyordu. Newton’un çizdiği evren tablosu, deneylerle ve gözlemlerle başarılı şekilde uyum gösterdiği ve sağduyuyla da uyumlu olduğu için ciddi hiçbir muhalefetle karşılaşmadan doğa bilimlerinden sosyal bilimlere, felsefeden teolojiye kadar hemen hemen bütün çalışma alanlarına kayda değer etkilerde bulunmuştu. 19. yüzyılın sonunda birçok bilim insanı, kozmolojideki temel anlayışın artık hiç değişmeyeceğini, ancak ayrıntılarda yeni bilgilerin elde edilebileceğini düşünüyorlardı.
Daha önce termodinamiğin birinci yasası ‘enerjinin korunumu yasası’ ve ‘maddenin korunumu yasası’ olarak, enerjinin ve maddenin ayrı ayrı ele alınmalarıyla ifade ediliyordu. Fakat Einstein’ın ünlü E = m · c² (Enerji = Kütle × Işık hızının karesi) formülüyle, birbirlerinden bağımsız görünen bu yasalar birleştirilmiştir.[5] Bu yaklaşımla enerji ve kütle, farklı ülkelerin para birimleri gibi ele alınmaya başlanmıştır; değerleri birbirlerinden farklı olsa da birbirleriyle ilişkilerini gösteren bir formül ( E = m · c²), yani kur oranı vardır.[6][7]
Einstein, 1915 yılında “genel izafiyet teorisi”ni (general theory of relativity) ortaya koymuştur. Einstein, bu kez kütlesel çekim kuvvetini de işin içine katmış ve bu kuvveti; o güne dek sanıldığı gibi uzay-zamanın düz olmayıp, kütle ve enerjinin dağılımından dolayı ‘eğri’ olmasıyla açıklamıştır.
Genel izafiyet teorisine göre cisimler dört boyutlu uzay-zamanda her zaman doğru çizgiler üzerinde gitmelerine karşın üç boyutlu uzayda bize, eğriler çiziyorlarmış gibi görünürler.[8] Bu yaklaşıma göre, Dünya’mıza yakın yerde uzayı en fazla Güneş çökerttiği için, Güneş’in oluşturduğu ‘uzay-zaman çukuru’nun etrafındaki eğrilikte dönmekteyiz.[7]
Aslında Newton’un yaklaşımı, gözlenen birçok hareketi rahatça açıklıyordu;, ancak çok hızlı hareket eden cisimlerin hareketini açıklayamıyordu. Özel izafiyet teorisi ile çok hızlı hareket eden cisimlerin hareketinin matematiksel açıklamasının yanında, kütlenin hızla beraber arttığı ve madde ile enerjinin karşılıklı olarak dönüşümü de gösterilmiştir.[9][7]
Einstein’e göre: “Gördüğümüz evren aslında üç boyutlu değil, dört boyutludur. Üç boyutlu, dış alemin mekanı sandığımız uzay tasavvuru, gerçekte kuruntu ve yersiz korkuya düşmekten başka bir şey değildir.” Keza olayların, zaman silsilesine göre, birbirini takip ettiğini sanmamız da kuruntudur. Bize göre Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi, 1914 tarihinde başlayan birinci dünya savaşından öncedir, ama başka dünyaların sakinlerine göre İstanbul’un fethi daha sonradır. Yani zaman, tamamen izafi (göreli, göreceli)’dir.
19. yüzyıl bilim insanlarınca yaratılmayı ve yok olmayı kabul etmeyen madde, izafiyet teorisi temsilcileri nezdinde ezeliliğini (öncesiz, ilksiz) ve maddililiğini kaybetmiştir. Genel izafiyet teorisi sahiplerine göre derinlik, genişlik, yükseklik ve zamandan meydana gelmiş olan dört boyutlu evren, bütün varlığı içine alamaz. Zamandan, mekandan ve maddeden ayrı boyutlar da vardır. Bu araştırmacıların başında Alman bilgini Ca Lotza gelir. Bu bilim insanı, 1920 yılında 5. boyutun varlığını söylemiştir. İngiliz bilim insanı James Ceanz da: “Bilinen şu maddi evrenin ötesinde gerçekler bulunduğunu” söylemiştir. İzafiyet teorisine göre, her şey izafidir. Yalnız ışık hızı, izafi değil, sabittir ve değişmez.[4]
20. yüzyılda mutlak uzay ve zaman kavramlarının fiziğin ve daha genel olarak felsefenin egemenliğinden kurtulup izafileşmesi, bilimsel düşüncede gerçek bir devrimdir.[10] İlk olarak 1905’te Einstein’ın açıkladığı özel görecelik teorisi ile zamanın mutlak ve evrensel olduğu inancı yara almıştır [11] Paul Davies’e göre Einstein, zamanın gerçekte esnek olduğunu ve hareket yüzünden gerilebileceğini ve bükülebileceğini kanıtlamıştır. Her gözlemci kendi kişisel zaman cetvelini yanında taşır ve o, genellikle başka birininkiyle uyuşmaz. Zaman dinamiktir. Genişleyebiliyor ve bükülebiliyor, eğilebiliyor. Zamanın bu bükülebilirliği bazı insanların ötekilerden daha hızlı hareket etmesine imkân vermektedir.[12]
İlk defa duyulduğunda birçok kişiye inanılmaz gelen bu teorinin önermeleri; paradoksları çözen matematiksel yapısının yanında, deneylerle ve gözlemlerle de desteklenmiştir. ‘Bükülmüş uzay-zaman’la ilgili öngörü ilk olarak 1919 yılında, bir Güneş tutulması sırasında, Einstein’ın öngörülerine uygun şekilde Güneş’in yakınından geçen bir yıldızdan gelen ışığın büküldüğünün belirlenmesiyle gözlemsel destek kazanmıştır.[13]
Zamanın izafiliğine dair öngörü ise birbirine senkronize edilen saatlerin, uçaklarda uzun yolculuklara çıkarılması ve dönüşte saatlerin karşılaştırılması gibi yöntemlerle test edilmiş ve doğrulanmıştır.[20]
Işık hızına yakın hızda yolculuk yapılması veya Güneş’in yüzeyine insan gönderilmesi mümkün olamadığından; zamanın izafiliğiyle ilgili deneylerde ancak saniyenin milyonlarda birlik dilimlerinde izafiyet gözlemlenebilmektedir ama bu bile ‘zamanın mutlaklığı’na dair anlayışın düzeltilmesi gerektiğini göstermektedir. Daha birçok deney ve gözlemle bu teori doğrulanmış, Dünya’nın hemen hemen bütün ünlü fizikçileri bu teorinin makro âlemdeki otoritesini kabul etmişlerdir.[7]
Albert Einstein’in özel izafiyet teorisine göre zaman izafi, rölativdir. Yani görecelidir. Zaman hıza, harekete ve mekân-uzaya bağlıdır, Herkesin hızına göre bir zamanı vardır. Tabii bu farklılığı belli bir hıza ulaştığında fark ediyorsun. Örneğin ışık hızının (ışık hızı yaklaşık 300.000 km/s’dir.) yüzde 87’si kadar hızla hareket eden bir kişi için zaman, yeryüzünde yaşayan kişinin zamanına göre iki kez daha yavaş akacaktır. Işık hızının % 99’u kadar hızla hareket eden bir kişi için geçen zamana karşılık dünyadaki geçen zaman on kattır. Örneğin yirmi yaşındaki iki kişiden biri ışık hızının % 99’una ulaşan bir araçla uzayda on yıl seyahat etsin. Bu kişi dünyaya otuz yaşında bir görünümle döndüğünde dünyadaki kişinin yüz yirmi yaşında olduğunu görecektir.
Özel izafiyet teorisi; zamanın herkes için, her yerde aynı olmadığını ve aynı hızla geçmediğini göstermiştir. Kısaca, Albert Einstein “Eğer bir bilgin, doğa olaylarını evrensel sistemlere uygun olarak tanımlamak istiyorsa; zaman ve uzay ölçülerini değişmez değil, değişici nitelikler olarak göz önünde bulundurmalıdır.” demiştir. Özel izafiyet teorisi daha sonraları bilim adamlarınca yapılan birçok deneyle ispatlanmıştır ve herkesin bulunduğu yere ve hıza göre bir zamanı yaşadığı anlaşılmıştır. Tam Işık hızına ulaşıldığında ise zaman durur. Ulaşılması ütopik olsa bile ışık hızını geçtiğinde de zaman geriye akar. Özel izafiyet teorisi bizim ortak yaşadığımızı zannettiğimiz zamanın aslında farklı iki kişi için hareketlerinin hızına göre farklı hızda aktığını ve bunun yanında değişik mekânlarda yaşayan kişiler için bile farklı boyutlarda bulunduklarından zamanı birbirlerinden bağımsız yaşadığını ispatlamıştır.[14]
Görelilik kuramı dışarıdan karmaşık gibi görünse de aslında inanılmaz sade bir kuramdır. Kuramın sade olmasını sağlayan üç basit kural vardır.
Görelilikte tek ve kesin bir referans (başlangıç noktası) bulunmaz. Örneğin herhangi bir nesnenin hızını ya da momentumunu ölçtüğünüzde nesne her zaman başka bir referansa bağlıdır.
Görelilik kuramına göre ışık hızı, ölçen kişinin veya cihazın hangi hızda hareket ettiğine bağlı olmaksızın daima sabittir.
Hiç bir şey ışıktan daha hızlı hareket edemez.
Einstein’in ünlü teorisinin bu basit kurallarından çok önemli anlamlar çıkarılabilir. Örneğin ışık hızı her zaman sabitse, Dünya’nın hızına oranla daha hızlı hareket eden bir astronotun kol saatinin tıklamaları Dünya’da herhangi birinin kol saatinin tıklamalarından daha yavaş tıklıyor demektir. Çünkü görelilik kuramına göre, ışık hızına ne kadar yakın bir hızda hareket ediyorsanız, zaman (size göre) o kadar yavaş geçiyor demektir. Bu olguya “zaman genişlemesi” adı verilir. Şimdi daha anlaşılır olması için cümleyi tekrarlayalım: görelilik kuramına göre, ışık hızına yaklaştıkça “zaman genişlemesi” artar ve bu genişleme (size göre) zamanı yavaşlatır.
Ayrıca uzay-zamanın herhangi bir noktasında kütle çekimi ne kadar fazla ise bu alanın içindeki herhangi bir nesne kütle çekiminden dolayı daha hızlı hareket edecek ve bu yine zaman genişlemesine sebep olacaktır. Bu arada, astronotların içinde bulundukları uzay araçları zaman genişlemesinin farklı bir versiyonu olan “boy kısalmasına” uğrarlar. Yani gökyüzünde yüksek hızda hareket eden bir uzay aracının fotoğrafını çektiğinizde, fotoğrafta uzay aracının gerçekte olduğundan kısa göründüğünü fark edersiniz. Ancak elbette içerideki astronotlara göre her şey normaldir; astronotlar uzay aracının boyunun kısalmasından dolayı araç içinde ezilmemişlerdir ve hala hayattadırlar.
blank
Einstein’in tren benzetmesi
Einstein’ın izafiyet teorisi meşhur tren örneği ile şu şekilde açıklık kazanmaktadır: Aynı mekânda bulunana ancak hızları farklı olan iki gözlemci iki ayrı zaman yaşayacaklardır. Farz-ı misal, A noktasından B noktasına doğru hızla giden bir ve bu trenin üstünde bulunan gözlemcinin elinde de A noktası ile B noktasına bakan bir dürbün var. Aynı biçimde trenin dışındaki bir M noktasında da elinde dürbün bulunan bir başka gözlemci bulunuyor ve bu gözlemci de dürbünüyle aynı iki noktaya birden bakıyor. Acaba her iki gözlemci de aynı olayları görebilir mi?
Einstein, buna “Hayır!” diyerek cevap vermektedir. Çünkü bu tren A noktasından B noktasına doğru hızla giderken saat tam 12’de M noktasında olsa ve bu sırada hem A hem de B noktalarına birer yıldırım düşse, M noktasında bulunan gözlemci “saat tam 12’de hem A hem de B noktasında yıldırım düştü.” derken, trenin üzerinde bulunan gözlemci ise A noktasından B noktasına doğru gitti i için A noktasına düşen yıldırımın ışığı trene biraz sonra yetişecektir. Eğer tren A noktasından saniyede 300.000 km. hızla uzaklaşmakta ise, yıldırımın ışığı hiçbir zaman trene, dolayısıyla trenin üzerindeki gözlemcinin dürbünlerine yetişemeyecektir. Bu takdirde ise, trendeki gözlemci “saat tam 12’de B noktasına bir yıldırım düştü; fakat A noktasına yıldırım düşmedi.” diyecektir. Böylece iki gözlemci de aynı mekânda oldukları halde farklı hızlarından dolayı olayları bile farklı görüp zamanı farklı yaşamış olmaktadırlar.
blank
Görecelik ve ikizler örneği
Bu teorinin sonuçlarını göstermek için en sık kullanılan örneğe göre: (eğer ikiz kardeşlerden biri, ışık hızına yakın bir hızla uzay yolculuğuna çıkar ve kardeşi Dünya’da kalırsa; geri döndüğünde ikizini kendisinden daha yaşlanmış bulur.[19] Bu, her insanın ‘kendine özel’ zamanı bulunduğu, önceden zannedildiği gibi evrendeki zamanı gösterebilecek ‘evresel bir saat’in olamayacağı anlamını taşır. Bu teoriye göre, eğer ışık hızına yakın seyahat etmeyi becerebilseydik; bizim geçirebileceğimiz birkaç yıllık seyahatin sonunda Dünya’ya dönüşümüzde, Dünya’mızın birkaç yüzyıl sonrasına tanıklık edebilirdik.[7]
Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte her şey birkaç dakika, hatta birkaç saniye sürmüştür. Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir gerçektir. Einstein’in genel görecelik kuramı ortaya koymaktadır ki, zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine uzaklığına göre değişmektedir. Hız artıkça zaman kısalmakta; daha ağır, daha yavaş işleyerek sanki “durma” noktasına yaklaşmaktadır.Bu konuda Einstein, şu örneği verir:
“Aynı yaştaki ikizlerden biri dünyada kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolculuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni, uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek bir baba ve oğul için de düşünülebilir. Babanın yaşı 27 olsa, oğlunun yaşı da 3 olsa, 30 dünya yılı sonra baba, dünyaya döndüğünde oğlu 33 yaşında ve baba ise 30 yaşında olacaktır.”
Ne kadar hızlı gidilirse zaman o kadar yavaşlar ve ışık hızına çıkıldığında (ki bilinen fizik kuralları gereği bu imkansızdır) zaman durur. Şu örnekle Özel Görelilik Kuramını özetleyebiliriz: Uzaydan Dünya’ya gelen kozmik ışınların atmosferle etkileşiminden müon denilen kararsız parçacıklar oluşur. Ömürleri çok kısa olduğundan deniz seviyesine inmeden hemen bozulurlar ancak yapılan gözlemlerde müonun deniz seviyesine kadar indiği gözlemlenmiştir. Bunu açıklamak gerekirse deniz seviyesinde bulunan bir gözlemciye göre zamanın yavaşladığını, müona göreyse uzunluğun kısaldığını söyleyebiliriz.[18]
İzafiyet teorisiyle madde ve enerji birleştirildiği gibi uzay ve zaman da birleştirilmiştir. Böylece evrenin; hiç olmadığı kadar bütünleşmiş, dinamik ve her şeyin irtibatlı olduğu bir tablosu ortaya çıkmıştır. Bu teorinin en önemli felsefî ve teolojik sonuçları ise zamanın -bilimsel olarak- izafî olduğunun gösterilmesiyle ilgilidir. Aristo ve Newton’un fiziklerindeki mutlak ve kendi içinde oluşan olaylardan etkilenmeyen “bağımsız zaman” kavramı; bu teoriyle, hız ve kütlesel çekimden etkilenen “elastiki zaman” kavramıyla yer değiştirmiştir.
blank
Urashima Taro
Mitoloji
Japon mitolojisinde Urashima Taro’nun hikayesi anlatılır. Urashima Taro, ejderha tanrı Ryujin’in sualtı sarayını ziyaret ettiğine inanılan bir kişiliktir. Urashima, 3 gün tanrı Ryujin’in sarayında kaldığı halde; geri döndüğünde 300 yıl geçmiştir.[21]
İrlanda mitolojisinde ise “Tir na nÓg” (sonsuz gençlik diyarı), cinlerin ve perilerin efsanevi yurdudur. İrlanda’nın batısında ve bilinen tüm haritaların ötesinde yer alan gizemli bir adadır. Burada yaşayanların sonsuza dek genç, sağlıklı ve mutlu kaldığına inanılırdı.
Tir na nÓg’dan gelen Niamh adlı bir peri, Oisin adlı bir adamı ziyaret eder. Ardından onu yanına alıp adaya döner; orada 3 yıl birlikte yaşarlar ve iki çocukları olur. Ancak Oisin, memleket özlemiyle İrlanda’ya döndüğü zaman, Tir na nÓg’da kendisine 3 yıl gibi gelen bu süre boyunca kendi ülkesinde 300 yılın geçmiş olduğunu öğrenir. Aile mensupları ve dostları çoktan ölmüştür.
blank
Hinduizm’de 1 chatur-yuga, 4.320.000 insan yılına eşittir.
Hinduizm
Hinduizm’de görelilik teorisini kanıtlayan birçok hikaye vardır. Hint mitolojisine göre evrenin yaratıcısı olan Brahma, Brahmāloka (diğer adıyla Satyaloka) üzerinde yaşamaktadır. Brahmāloka’nın bir günü, 4,32 milyar Güneş Yılı’na eşittir. Brahmāloka’da zaman Dünya’yla karşılaştırıldığında daha yavaştır.[23]
Hindu felsefesi, zamanın göreceli olduğa ve Vedik yazılarda birçok pasajın, tanrıların kozmik zamanının yeryüzündeki zamandan farklı olduğuna işaret etmektedir. Bir Hindu destanı olan Mahabbarata’da bir kralın kızı için mükemmel bir damat arayışını konu edinen bir hikaye anlatılır. Revati, müreffeh ve gelişmiş bir krallık olan Kuşasthali’yi yöneten güçlü bir kral olan Kral Kakudmi’nin tek kızıdır. Hiç kimsenin, güzel kızı ile evlenecek kadar iyi olmadığını düşünen Kral Kakudmi, onunla birlikte uygun bir koca bulma konusunda Tanrı’nın tavsiyesini sormak için kızı Revati’yi Brahma’nın evi Brahmāloka’ya götürür. Brahma’nın yanına geldiklerinde, Brahma, müzik dinlemektedir ve onlar da sabırla müzik bitene kadar beklerler.
Müzik bitince Kral Kakudmi, alçakgönüllü bir şekilde eğilir ve isteğini arz eder. Brahma, krala güler ve şöyle der: “Kral! Kızınızın damadı olacağını düşündüğünüz prenslerin hepsi öldü; oğulları ve torunları ve onların arkadaşları bile öldü.”
Brahma, krala zamanın farklı varoluş düzlemlerinde farklı aktığını açıklar. Kendisini görmek için Brahmāloka’da bekledikleri sırada dünyada 27 chatur-yuga geçmiştir. Hindu inancında 1 chatur yuga, 4.320.000 yıla eşittir. Kral Kakudmi’nin sahip olduğu her şey, arkadaşları ve ailesi, oğulları ve karısı, orduları ve hazineleri, geçen zamanla birlikte yok olmuştur. Kral ve kızı Revati, sahip oldukları her şeyi kaybettikleri için büyük bir şaşkınlık ve keder içindeyken; Brahma, onları rahatlatır ve o anda yeryüzünde değerli bir koca adayı olarak Krishna’nın ikiz kardeşi Balarama’yı önerir.[24]
Treata Yuga’da anlatılanlara göre iblisler, göksel gezegen Deva Loka’ya saldırdığında cennetin tanrısı Indra, diğer gezegenlerdeki cesur savaşçılardan iblislerle savaşmasını talep eder. Toprak kral Muchukund, iblislerle savaşmak için Indra’ya katılır. Aralarındaki savaş, 1 yıl boyunca sürer. Savaşın sonunda tanrılar, iblisleri yener. Indra, Muchukund’a teşekkür için bir dileği olup olmadığını sorar. Kral Muchukund, ailesiyle buluşmak için artık yaşadığı dünyaya dönmek istediğini söyler. Indra, ona kısık bir sesle: “Burada sadece 1 yıl savaştınız; ama dünyanızda milyonlarca yıl geçti. Yeryüzünde artık sizi kimse hatırlamıyor.” der.
blank
Budizm
Budist kutsal metinleri olan Pali Kanonu’nda zamanın göreceliğinden bahseder. Payasi Sutta, Buda’nın en gözde öğrencisi Kumara Kassapa’nın şüpheci olan Payasi’ye göksel zamanın dünyadaki zamandan daha farklı aktığını söylediğini anlatır.
blank
Honi ha-M’agel’in Galilee’deki mezarı.
Yahudilik
Yahudi tradisyonunda M.Ö. 1. yüzyılda Honi ha-M’agel’in uyuyakaldığı ve 70 yıl boyunca uyuduğu anlatılır. Honi ha-M’agel, uyandığında evine dönmüş; fakat tanıdığı insanlardan hiçbirini bulamamıştır.
blank
Yedi Uyuyanlar
Urashima Taro efsanesi ve Hindu metinlerindeki Kral Kakudmi ile kızı Revati’nin hikayesine benzer bir olay da Kuran-ı Kerim’de anlatılmaktadır. Ashab-ı Kehf, M.S. 100 yılında zulümden kaçmaya çalışan ve Tanrı’nın rehberliğinde Tanrı’nın onları uyuttuğu bir mağaraya sığınan bir grup Hıristiyan genci ifade eder. Bu gençler, uyandıklarında dünyada 309 yıl geçmiştir.
blank
Hıristiyanlık
Semavi dinlerin kutsal kitaplarında, zamanın göreceliğine atıfta bulunan şu ayetler ve taşıdığı benzerlik, oldukça dikkat çekicidir:
“Çünkü senin gözünde bin yıl, geçmiş bir gün, dün gibi, Bir gece nöbeti gibidir.” (Zebur, Mezmurlar 90:4)
“Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rab’bin gözünde bir gün bin yıl, bin yıl bir gün gibidir.” (İncil, 2. Petrus 3:8)
“Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Kuran-ı Kerim, Hac 47)
Hıristiyanlık’ta Tanrı’nın zamanla ilgisi yoktur; çünkü Tanrı, zamanın üstündedir. Petrus, 2. Petrus 3:8’de Tanrı’nın zaman perspektifinin insanlarınkinden farklı olduğunu, O’nun zamanı bizim saydığımız gibi saymadığının altını çizer. Tanrı, zaman alanının üstünde ve dışındadır. O, sonsuz geçmiş ve sonsuz geleceği görür. Yeryüzünde geçen zaman, Tanrı’nın zamandan bağımsız bakış açısının bir sonucu değildir. Bir saniye, bir EON’dan farklı değildir. Tanrı için bir milyar yıl, saniyeler içinde geçer.[27]
Petrus’un üstteki 2. Petrus 3:38’de yaptığı tanımlamaya göre insanların 1000 yılı, Tanrı’nın 1 gününe eşitse bu zaman dilimini nasıl hesaplayacağız? Lorentz denklemi ile olabilir mi? Şöyle ki;
Bu, Einstein’ın zaman genişlemesini hesapladığı Lorentz denklemidir. V², bir şeyin hızının karesidir. Dünyada 1000 yıl geçerken, bu zaman sizin saatinizle sadece 1 gün alır. c² ise ışık hızı demektir. Dünyada 1000 günün Tanrı’nın saati ile 1 günün geçmesi için v = 99.9999999996247% c (nerdeyse ışık hızı) ve doğru Lorentz faktörü (gamma, γ), 365002.5 olmalıdır.
blank
Üstte gösterilen Lorentz denklemine bakarak kontrol edebilirsiniz:
blank
İslam
İzafiyet kavramı yeni ortaya çıkan bir şey değildir. Kuran-ı Kerim buna işaret etmiş ve Müslüman bilginler de bunu çok önceden, adına izafiyet demeseler de çeşitli şekillerde anlatmışlardır. Bazı Müslüman mutasavvıflar, evrende hem zamanın ve hem de mekanın maddi bir varlık olduğuna yüzlerce yıl önce işaret etmişlerdir. Ayrıca evrendeki ve zamandaki bükülmelere de çok önce işaret etmişlerdir. Kısaca belirtmek gerekirse; “Zaman, yaratılış ile ortaya çıkmıştır.” demek mümkündür.
Zaman, hareketin hızına göre farklılıklar göstermekte ve hatta ışık hızına ulaşıldığında, zamanın durduğu ifade edilmektedir. Işık hızı aşıldığı durumda ise, zaman kavramı tamamen farklı bir boyuta geçmektedir. Bizim anladığımız boyutu ile dahi, zaman kavramı göreceli bir kavram olduğuna göre, bizi aşan boyutta tamamen farklı olması kolayca anlaşılabilmektedir. Bu da yaratılışla ilgili olarak zaman kavramının, her yerde aynı olan, hiç değişmeyen bir sabit olarak ele alınamayacağını gözler önüne sermektedir.[29]
Kurân-ı Kerîm’de zaman kavramını ifade eden birçok kelime yer almaktadır. Kurân-ı Kerîm, zaman için tek bir ölçek kullanmamakta, olayların mahiyetine göre bazen kozmolojik, bazen biyolojik, kimi zaman da psikolojik veya sosyolojik ölçekler koymaktadır. Her ölçek kendine mahsus âlemi temsil ettiğinden ötürü mutlak değildir. Bu yüzden, Kurân-ı Kerîm’de sabahı ifade eden bir terimin aynı anda kâinatın her yerinde sabahı müjdelediğini, gündüz ve gecenin her yerde aynı olduğunu söylemek imkânı yoktur. Zaman, varlığın hayat plânıdır.
Kurân-ı Kerîm’deki zaman kavramı, kâinat ve insan merkezlidir. Varlık verilen kâinat katmanlarının her biri, kendi yapısına göre zamansaldır. Kurân-ı Kerîm’in öne çıkardığı zaman anlayışı, bu varlık ve olayları ölçen pratik zaman anlayışı olarak izafidir.[1]
20. yüzyılın en önemli bilimsel keşiflerinden birinin Einstein’in izafiyet teorisi olduğu herkesin kabulüdür.[30] Bu teoriyle, değişik çekim alanlarında ve hızlarda, zamanın akışında farklılık yaşanacağı; zamanın, evrendeki kütle ve hızlardan bağımsız bir varlık olmadığı, fakat bağımlı ve “göreceli” olduğu anlaşılmıştır. Bu bulgunun, bilimsel açıdan olduğu kadar felsefe ve teoloji alanları açısından da önemli sonuçları vardır. Bu bilgiye sahip olarak Kurân-ı Kerîm’i okuduğumuz ve Kurân-ı Kerîm’de “bir gün”ün 1000 yıla ya da 50.000 yıla denk olabileceğine dair ayetlere rastladığımızda, modern bilimin bu çok önemli bulgusuyla Kurân-ı Kerîm ayetleri arasındaki paralelliğe tanık oluruz: [31]
Diğer semavi kutsal kitaplar gibi Kurân-ı Kerîm’de de İzafiyet Teorisi ile ilişkilendirebileceğimiz ayetler mevcuttur. Kurân-ı Kerîm, diğer kutsal kitaplar gibi evrenin yaratıldığını ortaya koyarken; teorik olarak İzafiyet Teorisinin denklemleri vasıtasıyla ortaya konan ve ardından ispatlanan Big Bang teorisine ilişkin de ayetler içerdiği söylenebilir.[32][33] Kurân-ı Kerîm’in bugün tüm bilim çevrelerince kesin bir gerçek olarak kabul edilen zamanın izafiliğine de işaret ettiği söylenebilir:
“Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac 47)
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi 5)
“Melekler ve ruh da miktarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselip çıkarlar. Şimdilik sen güzel güzel sabret. Doğrusu onla bunu uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” (Mearic 4-7)
Ayetin geçtiği surenin ana fikrinin ahiret gerçeği olması ve ayetin akışı, burada belirtilen günlerin kıyamet gününe işaret etmekte olduğunu göstermektedir. Kıyamet günü melekler ve ruh, yani Cebrail Allah’a çıkarlar. “Miktarı elli bin yıl olan” ifadesinin, kıyamet gününün uzunluğundan söz ediyor olması mümkündür. Bu takdirde, kıyamet günündeki bir günün uzunluğu dünyanın 50.000 yılına denk olmaktadır. Zaten Dünya’daki gün kavramı, yeryüzünün kendi ekseni etrafındaki yirmi dört saatte bir dönüşü ölçü alınarak düzenlenmiştir. Oysaki evrende kendi ekseni etrafındaki dönüşünü yirmi dört saatin bin katı ölçüde tamamlayan yıldızlar bulunmaktadır. Bu, kastedilen zaman ölçüsü hakkında bir fikir vererek, Allah’ın günlerinden bir günün süresinin, Dünya’nın 50.000 yılına denk olduğunu göstermekte ve buna bağlı olarak da insanların çok uzak gördükleri kıyamet gününün aslında Allah katında çok yakın olduğunu ifade etmektedir.[1]
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Kuran’da 1000 yıl olan “bir gün”den ve 50.000 yıl olan “bir gün”den bahsedilir. Bu ise zamanın izafiliğine bir işaret olarak kabul edilebilir. Bu ayetlerde, sadece evrenin yaratıcısı olan Allah’ın insanların tabi olduğu zamana tabi olmadığına işaret edilmemekte; ayrıca melekler gibi varlıkların da insanlardan farklı bir zamansal konumda olduğuna işaret edildiği söylenebilir.[35]
Birçok İslam bilgini, Hac, Secde ve Mearic sürelerinde gün ile ilgili geçen ayetlerin, gerçek anlamlarının yanında, zamanın izafiliğine de işaret ettiğini söylemişler ve bu ayetleri Einstein’in İzafiyet teorisine göre yorumlamışlardır.
Muhammed İkbal’e göre de, zaman hesabımızın izafiliğini gösteren birçok ayet mevcuttur. O, bu konuda Bergson felsefesinden hareket ederek Kurân-ı Kerîm’deki izafiliğin varlığını izah etmeye çalışır.
Bazı müfessirler, “Mirac” olayını izah ederken zamanın izafiliğini, zaman içinde zamanın meydana gelmesi şeklinde ifade etmişler. “İsra” olayını Resulullah’ın Mekke ile Kudüs arasındaki 40 gecelik mesafeyi, 1 gecenin az bir süresinde yol alması olarak açıklamışlardır. Ancak bu konuyu zamanımızın bir kısım alimleri, daha değişik bir açıdan ele alarak açıklamışlar ve Kurân-ı Kerîm’de izafiliğin varlığını kabul etmişlerdir.[36]
Kurân-ı Kerîm’de fiziksel anlamdaki zamanın başlangıcından ve gerçekliğinden bahsedilirken dünyanın yaratılışına atıfta bulunularak, zaman ölçülerinin, gök cisimlerinin yörüngeleriyle ilgili olarak dünyanın ve diğer gök cisimlerinin yaratılmasıyla bizzat Allah tarafından konulduğu bildirilir. Aynca dilimizde 24 saate karşılık olarak kullanılan “yevm” (gün) kelimesi, Kurân-ı Kerîm’de bu anlamıyla kullanıldığı gibi süresi bizce kesin olarak bilinmeyen değişik: zaman dilimlerini ifade için, rölatif bir anlamda da kullanılmıştır. Kurân-ı Kerîm’de zamanla ilgili bu rölativiteye çoğunlukla dünyanın zaman ölçütleriyle metafizik aleminkiler kıyaslanırken değinildiği gibi kimi zaman da bu izafilik aynı mekan ve zaman boyutunda yaşayanlar için kullanılmaktadır.[37]
Kurân-ı Kerîm’de “yevm”(gün) kelimesi, oldukça sık kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda “yevm” kelimesi kullanıldığı yere göre farklılık arz etmektedir. Bu farklılıkları anlamak bazen kolayca mümkün olmakla birlikte, bir kısım yerlerde ilahi iradenin neyi kastettiğini anlamak ve açıklamak bir takım zorluklar içermektedir. Bu anlamların Kurân-ı Kerîm’in indiği toplumun bildiği ve kullandığı anlamlar olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu anlamlarda kullanılması onlar tarafından garip bir durum olarak algılanmamıştır. İnsanların hiç bilmediği kavramların dillerinde karşılığı da yoktur. Allah, insanların bilmediği ve onların idrak sınırlarını aşan olaylardan da bahsetmektedir. Ancak bunları da insanların bildiği ve kullandığı tabirlerle anlatmaktadır.[2]
Evrende zaman, mekânlara göre farklılık arz etmektedir. Diğer bir ifadeyle, evrenin her yerinde, her an farklı bir güzellik yaşanmaktadır. Varlığa ait olan hareketin farklılığından kaynaklanan bu izafiyet, hayatın gereklerinden biri kılınmıştır. Kuran’da belirtildi i gibi, hep gündüz veya hep gece ya anması tarzında tek ve değişmez bir zamanın söz konusu olması durumunda, hayatın ya anamayacak hale gelmesi olasıdır:
Zamanın izafiliğini kabul eden kelâm âlimleri, başı ve sonu belli olan bir mesafede hareket diye bir şeyin görülmediğini sadece hareket edenin ve mesafenin görüldüğünü buna gerekçe olarak göstermektedirler. Onlara göre süreden de bahsedilemez. Kelâmcıların bir bölümü, öncelik-sonralığın zihin dışında varlığı olmayan eyler olduğunu, yalnızca vehimden ibaret bulunduğunu ifade etmektedirler.[1]
Kurân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre, bir insanın hayatı çok kısa bir süredir:
“Allah’ın sizi çağıracağı gün, sizin de O’na hamd ederek emrine hemen uyacağınız ve pek az bir süre kaldığınızı sanacağınız günü hatırla.” (İsra, 17/52)
Yoksa ey insanoğlu! Sen halkının terk ettiği, çatıları yıkılıp harap olmuş bir memleketten geçen ve: “Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecektir” diyen kimseye mi benziyorsun? Bunun üzerine Allah o kimseyi yüzyıl süre ile ölü halde bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuştu: “Bu halde ne kadar kaldın?” O da: “Bu halde bir gün veya bir günün birazı kadar kaldım” diye cevap vermişti de Allah: “Hayır” dedi, “Bu halde bir yüzyıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, geçen yıllar onları bozmamış ve eşeğine bak, biz bütün bunları insanlara bir ibret olması için yaptık. Bir de şu kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yeniden etle bürüdüğümüzü düşün.” Yaratılışın bu sırları kendisine apaçık belli olunca o kimse demişti ki: “Allah’ın her şeye gücü yettiğini şimdi daha iyi biliyorum.” (Bakara 259)
“Resulüm, de ki düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, size ışık getirecek tanrı kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz? De ki haber verin bakayım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edece iniz geceyi size getirecek tanrı kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz? Rahmetinden dolayı Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz gündüzün ise O’nun lütuf ve kereminden rızkınızı arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.” (Kasas, 28/71-73.)
“Allah’ın onları haşr edip toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar gibi olacak. Allah’ın huzuruna çıkacaklarına inanmamı ve doğru yolu tutmamış olanlar hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar.” (Yunus, 10/45.)
“Allah inkârcılara ‘yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor’, derler. Allah buyurur ki: ‘Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz bunu bilmiş olsaydınız’” (Müminûn, 112-114)
ayetlerinde zamanın izafiyetine açık bir şekilde işaret edilmektedir. Bu ayette, ortalama olarak yetmiş yıllık bir ömrün, bir günün bir saati kadar kısa bir zaman gibi algılanması; ahiretin dünya hayatına kıyasla çok daha uzun olduğunu, dolayısıyla zamanın farklı yerlerde farklı hızda aktığını bildirmektedir.
Kahire’de yapılan “Milletlerarası İslâm Konferansı”nda Dr. Zübeyr Kerami’nin sunmuş olduğu tıbbî bir araştırma tebliğinde ortaya attığı iddia, Kurân-ı Kerîm’in, zamanın izafi olduğu yönündeki yaklaşımını açıklamaktadır. Buna göre, Kurân-ı Kerîm’de ikindi namazı üzerinde özellikle durulmasının en önemli sebebi, beyinde bir merkez olan vücudun biyolojik saati ile ikindi namazı arasındaki senkronizm yani eş zamanlılıktır. Çünkü biyolojik saate dahil olan kortizon ve adrenalin adlı iki hormon sisteminin en aktif olduğu dönem, ikindi namazı vaktidir. Sinir sisteminin, adrenalin gibi hormonlar aracılığı ile iş gören bir sistem olan sempatik sistemi, özellikle tehlike ve stres durumlarında vücuda hâkim olmaktadır.
Bu vakitte ifa edilen ikindi namazı; beynin bir merkezi olan hipokampusu uyararak bir gevşeme, rahatlama durumu sağlamakta ve bu şekilde, kandaki en yüksek seviyesine öğleden sonra saat 3.00 ila 4.00 civarında yani ikindi vaktinde ulaşmış olan adrenalin isimli hormonun düşürülmesine yardım etmektedir. Bu durumda, insan vücudunda ortaya çıkması muhtemel olan hipertansiyon gibi psikosomatik hastalıklar da önlenmiş olmaktadır. Bu ayetlerde ikindi zamanı olarak taksim edilmiş olan gün bölümünün, insanın biyolojik saati ile de bağlantılı olarak yer almış olması; Allah’ın zamanı, her yarattığı varlığa göre farklı bir ölçekle ortaya koyduğunu göstermektedir.
Zamanın göreceliğine dair bu ayetler, Kurân-ı Kerîm’in zaman anlayışının, felsefenin mutlak zaman anlayışına karşı olduğunu göstermektedir. Bugün, birçok deney ile sınanarak hep aynı sonucu almak suretiyle zamanın göreceli oluşunu ortaya koymuş olan izafiyet teorisinin söylediği de budur. Yani evrenin yaratılışı ile başlatılmış olan zaman; hıza, harekete ve mekâna bağlı olmasından ötürü herkese ve her farklı yaşam alanına göre farklılık arz etmektedir. Her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın kelâmında da, bu bilgileri doğrulayan ayetlerin yer almış olması; onun hak olmasından ileri gelmektedir.[1]
Kurân-ı Kerîm’de Hz. Süleyman dönemine ait anlatılan şu olay, aynı zaman boyutunda yaşamalarına rağmen bazı kimselerin zamanın bu genel bağlayıcılığını aşabileceklerini gösteren bir örnek sayılabilir. Olay, şu şekildedir:
Seba Meliki Belkıs’a kendi hükümranlığının yüceliğini göstermek isteyen Hz. Süleyman danışmanlarını toplayarak “Ey ileri gelenler dedi, onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir?” Cinlerden bir azılı: “Sen oturduğun yerden kalkmadan önce ben onu sana getiririm, dedi, bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir biriyim.” Yanında kitaptan bir ilim olan kimse de: “Sen gözünü yummadan ben onu sana getirebilirim” dedi. Süleyman tahtı yanına yerleşmiş görünce: “Bu Rabbimin lütfundandır” dedi…” (27 Neml/38-40)
Tahtın getirildiği mesafenin 2 aylık bir mesafe olduğu rivayet edilmektedir.[38] Işık hızından daha hızlı zaman birimlerinden ve eşya naklinin yapılabilirliği imkanından söz edilen günümüzde; bu olay, halen gizemini korusa da çağdaş bir zihin artık bu tür olayları imkansız görmemektedir. Kurân-ı Kerîm’in zamanın mahiyetine ilişkin tanımladığı bu rölativite başlangıçta sadece zihinsel ve yoruma dayalı olarak düşünülürken, 1927’de Werner Heisenberg’in meşhur belirsizlik prensibini ortaya attığı tarihten, kuantum fiziğindeki gelişmelere paralel olarak Einstein’in izafiyet teorisiyle birlikte artık fizikte kabul edilen bir prensip haline geldi. Bu teoriye göre sürekli nesnel bir gerçeklik olarak düşünülen zamanda da bir rölatiflik söz konusudur.[39]
Görecelilik anlamındaki İzafiyet Teorisi Einstein’e izâfe edilse de; ondan 1000 yıl önce Kindi (796-866), bu teoriyi ortaya koymuştur. Ona göre her varlık ve varlığın fiziksel olayları izafîdir. Zaman, mekân ve hareket birbirine bağlı ve izafidir. Zaman, cisim, mekân, hareket birbirinden bağımsız, mutlak eyler değildir, bunların hepsi birbiriyle var olmaktadır. Zaman-mekân aynı anda mütalâa edilmelidir. Aynı zamanda her şey birbirine göre izafi olduğu gibi, her ey insana göre de izafidir. İnsan, yükseldikçe bir a acı küçük, alçaldıkça ise büyük görmeye başlar. Einstein, bunu yürüyen vagonlara benzeterek örneklendirir. Görülmektedir ki Einstein’in rölativite teorisi, adeta Kindî’nin izafiyet teorisinin bir kopyasıdır.[1]
Meşşai ekolünün kurucusu olarak gösterilen Kindi, felsefe ve farklı bir çok bilim alanında eserler vermiştir. Kindi’ye göre bütün varlıklar ve bunların neden olduğu fiziki olaylar izafidir. Zaman, mekan ve hareket birbirinden ayrı mutlak olgular değildir. Kindi bunu açıklamak için çeşitli örnekler verir. Buna göre zaman cisim ve hareketten bağımsız düşünülemez. Yukarıdan bakan bir insan için aşağıda bulunan şeyler küçüktür. Fakat ona yaklaşmakla daha büyük görünür. Bizim yavaş olarak adlandırdığımız uzun bir zaman süreci içinde gerçekleşen, hız ise kısa bir zaman süreci içinde hareket etmedir. Dolayısıyla bir izafiyet söz konusudur. Kindi’nin felsefe anlayışının kendine has özelliklerinden biri de metafizik konuları ele alırken bu meseleleri el verdiği ölçüde fizik biliminin kavramlarıyla açıklamaya çalışmasıdır.[40][41]
Zamanın hareket olmadan kavranılamayacağını belirtmekte olan İbn Sina, Ashâb-ı Kehf’i buna örnek göstermektedir. Ashâb-ı Kehf, öncelik ve sonralığı fark etmişler; ancak süreyi hesap edememişlerdir ki bu, zamanın izafiyetinin delillerinden biridir. İbn Sina zaman tanımında, “öncesi ve sonrası olan hareketin miktarı” derken öncesi ve sonrası olmayan hareketin, zamanın miktarını ölçemeyeceğine işaret etmektedir. Bu problemin giderilmesi için büyük patlamanın evrenin dolayısıyla da hareketin başlangıcı kabul edilmesi önem arz etmektedir.[1]
İslam düşünürü, şair ve mutasavvıf Muhyiddin İbnü’l-Arabî (1165-1239) ve diğer bazı mutasavvıflara göre dün, bugün, yarın gibi zaman sınırlamaları ancak değişken varlıklar için geçerli, dolayısıyla nisbî ve izafîdir. Mutlak ve değişmeyen ilâhî hüviyet (el-Hazretü’l İlâhîyye) bakımından ise hiç bir şekilde zaman sınırlamalarından söz edilemez. O’nun hakkında ezelden ebede bütünüyle zaman tıpkı an gibi sınırsız, değişmez ve boyutsuzdur. İşte zamanın bu nitelikleri Hazret-i İlâhîyye’nin ezelden ebede doğru uzanan bütün zamanlardaki kesintisiz tecellîsidir. Böylece ân-ı dâim ezel, ebed ve hali birleştirmiş olur. el-Ânu’d-Dâim böylece Allah’ın ezel ve ebedî kaplayan zamanüstü hüviyetini anlatır. Bu sebeple tasavvufta ân-ı dâime, dolayısıyla Allah’a, Aslû’zzaman, veya sermed de denir“. Fakat insanlar, artık dünyanın sonu olan kıyamet gerçekleşip de yeniden dirildikleri gün, ezelî ve ebedî Varlıkla daha doğrudan bir ilişki kurdukları için veya Allah’ın ayetlerinde belirttiği gibi ebedî bir âleme adım attıkları için zamanı farklı algılamaya başlayacaklardır. “Allah’ın onları sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vazıyette yeniden diriltilip toplanacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar.
İbn-i Arabi ve onun öğrencisi Türk müfessir Sadrettin Konevi (1210-1274), zaman ve evren hakkında şöyle demektedir:
“Bütün vakitler, günler, aylar, seneler, devirler hep Allah’ın isimlerinin ve hakikatlerinin hükümlerine bağlıdır. An, bölünmeyen zamandır. Geçmiş ve gelecek kavramları, varsayımdan başka bir şey değildir. An vardır, yani zaman an’ın hareketidir. An’ın hareketinden dakikalar, dakikalardan dereceler, derecelerden saatler, saatlerden günler doğar. Günün açılmasından haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar meydana gelir.”
Görülen odur ki, İbn-i Arabi ve Sadrettin Konevi, Einstein’den 700 yıl önce zaman ve mekanın, aslında tek bir an’dan ibaret olduğunu görmüşlerdir. Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273) de, “Ondan dolayı bütün milletler birdir, yüz binlerce sene ile bir saat birdir. Ezel ve ebed (geçmiş ve gelecek) birleşmiştir; akıl bu manayı anlamaya yol bulamaz.” demektedir.
blank
6 Gün Meselesi
“Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.” (Tevrat, Yaratılış 1:31)
“Gökleri, yeri ve bunların arasında bulunan her şeyi altı günde yarattık da, Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” (Kurân-ı Kerîm, Kaf 38)
“Arşı su üzerinde iken, hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi sınamak için gökleri ve yeri altı günde yaratan Odur.”(11/Hud, 7)
ayeti ile ifade edilir. 6 gün ifadesinde geçen “gün” kelimesi bizim anladığımız 24 saatlik bir zaman dilimi değildir. Kurân-ı Kerîm’in anlam bütünlüğü içerisinde (Bkz. 32/Secde 4; 10/Yunus 3; 11/Hud 7; 57/Hadîd 4; 50/Kaf 38; 7/Araf 54) gün kelimesi çağ, devir, an ve müddet gibi anlamlarda da kullanılarak, daha çok kategorik ve aşamalı bir yaratılışı ifade etmektedir. Çünkü zaman izafi bir kavramdır. Örneğin Güneş Sistemi’nde Merkür kendi ekseni etrafındaki dönüşünü 176 günde, Venüs 243 günde, Mars ise 24 saat 37 dakikada tamamlarken; Dünya, 24 saatte tamamlamaktadır. Buradan hareketle Kurân-ı Kerîm’deki zaman kavramı, insanoğlunun Güneş’in hareketlerine göre belirlediği zaman dilimlerinden çok farklıdır. Kurân-ı Kerîm’e göre 1 gün bazen 1000 yıla tekabül ederken bazen 50.000 yıl olarak geçmektedir.
Şu halde 6 günde yaratma mahiyetini ve müddetini bilmediğimiz bir zaman dilimine işaret edeceği gibi varlığın yaratılış aşamalarına da delâlet edebilir. Gerçi Fahrettin Razi, “6 gün yerine bir defada yaratmanın kudret için daha uygun” olacağı şeklindeki itiraza teolojik bir cevap verir. Raziye’ye göre bu ifade, Allah’ın varlığının bir göstergesidir. Şayet Allah evreni 6 günde değil de bir anda yaratmış olsaydı belki insanlar evrenin tesadüfen meydana gediğini düşüneceklerdi. Ancak art arda gelme bir bilgiye, kudrete ve hikmete işaret eder. Fakat genel kabul, Kurân-ı Kerîm’de ki “gün” (yevm) ifadesinin dönemler şekline anlaşılması yönündedir.
Tevrat’ta geçtiğinin (Tevrat; Tekvin 1/1) aksine Kurân-ı Kerîm;
“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.” (Kaf 38)
ayeti ile Allah’ın evreni 6 günde yarattıktan sonra yorulup yedinci gün dinlenme ihtiyacı hissetmediğinden bahseder. Kurân-ı Kerîm’in bu yaklaşımı, teizmin her şeye gücü yeten mutlak Tanrı tasavvuruna daha uygundur.[43]
Şu ayette de gece ve gündüzün oluşumundan önceki yaratılış aşaması şöyle verilir:
“Rabbiniz O Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı sonra emri arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette yaratan O’dur. İyi bilin ki yaratma ve emir, O’nundur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.” (A’raf 54).
Dünyanın oluşumuyla ilgili olarak jeologların radyoaktif ışınlara ve fosillere dayanarak hazırladıkları jeolojik zaman cetveli de dünyanın ERA denilen 5 devirden geçerek bugünkü şeklini aldığını göstermektedir.
İbn Rüşd’e göre, âlemin sureti gerçekten sonradan olmadır. Var oluşun kendisi de geçmiş ve gelecek olmak üzere iki taraftan süreklidir, yani kesintisizdir. Allah’ın;
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Ve O’nun arşı suyun üzerinde idi.” (Hud 7)
ayetinin zahiri; bu evrenin var oluşundan önce bir var oluşun oldu una işaret etmektedir. Bu, Arşın ve suyun varoluşudur. Dolayısıyla ayet, bu zamandan önce, feleğin hareketinin sayısından ibaret olan bu varoluşun sürelerine bitişik olan bir zamanın var oluşunu gerektirmektedir.[1]
Kurân-ı Kerîm’de yer alan 6 gün kavramının ne anlamlara geldiğini anlamak için buradaki gün kavramının, tam olarak ne anlama geldiğini iyi anlamak gerekmektedir. Bilim insanları da evrenin yaşı hakkında sorular sormuş, bu sorulara bilimsel cevaplar aramışlardır. Bu anlamda “zaman” kavramı üzerinde durmuşlar, tam olarak zamanın ne anlama geldiği, ne ifade ettiği hususunda teoriler ortaya atmışlardır. Bizim kanaatimize göre Kurân-ı Kerîm’de yer alan “gün” ifâdesini tam olarak anlamak için zamanın mâhiyeti hakkında birtakım şeyler bilmemiz gerekecektir. Acaba zaman sâbit midir yoksa göreceli midir? Bilimsel açıdan bakıldığında Kurân-ı Kerîm’deki “gün” yâni “yevm” ifâdesinden neler anlaşılabilir?
Bizim kanaatimize göre zaman en azından her şeyin aynı anda olmasını engellemek için Yüce Allah’ın kaînata koyduğu bir sistemdir. Zamanın bizi ilgilendiren tarafı, göklerin ve yerin yaratılısıyla ilgili olan yönüdür. Bu ise Kurân-ı Kerîm’in belirttigi 6 gündür. Zâten bilim insanları da zamanın evrenin oluşmadan önceki hâliyle çok da ilgilenmezler. Çünkü “Evren yaratılmadan önce sonlu bir zaman mı vardı sonsuz bir zaman mı vardı” sorusu, bilim insanları için anlamsızdır. Çünkü o erken dönemlerde zamanın kendisinin bir anlamı yoktu. Emin olabileceğimiz tek şey, zamanın bir başlangıcı olduğu, ama bundan önce olanları araştırırken standart zaman kavramımızın yıkıldığıdır.
Stephan Hawking gibi ileri gelen birtakım bilim insanları, evrenin bir başlangıcı olduğu, zamanın ebedi olmadığı kanısındadırlar. Bu ise Kurân-ı Kerîm’deki göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığı inancına temelde uygun gözükmektedir. Çünkü 6 gün ifâdesi, göklerin ve yerin yaratılısının bir başlangıcı olduğunu göstermektedir.[44]
Modern Evren tablosu, Evren’in, birbirlerinden farklı dönemlerdeki aşamaların geçilmesiyle oluştuğunu göstermektedir.[45] Birçok Kurân-ı Kerîm tefsirinde de “gün (yevm)” kelimesinin “uzun zaman dilimleri” anlamını taşıdığı ifade edilmiştir; yukarıdaki ayetler de bu anlamı tasdik etmektedir. Modern bilimsel bilgilerimizle Kurân-ı Kerîm’i okuduğumuzda, “altı günde yaratılış”tan bahseden Kurân-ı Kerîm ayetlerinin “altı devirde/aşamada yaratma”ya karşılık geldiğini; [46] tefsirlerde daha önce ifade edilmiş bu anlamın, diğer yorumlardan daha kabul edilir olduğunu anlıyoruz. Sonuçta bilimsel-Kurani-teoloji farklı tefsirlerden seçim yapmamızda kullanılabilecek bir yöntemdir.[31]
Yevm kelimesinin Kurân-ı Kerîm’de değişik zaman birimlerini ifade için, süjenin durumuna bağlı olarak rölatif bir anlamda kullanıldığı söylenebilir. Bu kullanıma örnek ayetlerden bazıları:
“Senden azabı çabuk istiyorlar. Allah, sözünden caymaz. Rabbinin katında bir gün sizin hesabınızla bin yıl gibidir.” (Hac 47);
Yani insanoğluna çok uzun gelen bir zaman dilimi, Allah’a göre çok kısadır. Milyonlarca yıl, Allah’a göre “bir an” sayılır. Zamanın bu bağlayıcılığı ve ölçüsü, insanın varlık sahasına göredir. Yine şu ayetlerde zamandaki bu izafılik şöyle belirtilir:
“Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O’na yükselir.” (Mearic 4)
“Allah (yaratma) işini gökten yere doğru düzenler. Sonra sizin saydığınız yıllardan bin yıl kadar süren bir günde (yaratına işi) O’na yükselir.” (Secde 5)
Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını belirten ayetlerdeki (örneğin; Yunus/3, Hadid/4, Kaf/38, Furkan/59, Secde/4 ayetleri bunlardan birkaçıdır) “yevm” (gün) ifadesi, mahiyeti bizce kesin olarak bilinmeyen birer aşamayı ifade ettiğinden burada da bir görecelik söz konusudur.[39]
Secde Suresi 5. ayette göklerdeki, yerdeki ve evrende bizler için uzun sayılabilecek zaman dilimlerindeki olayların Allah için “bir günlük” zaman diliminde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Burada Kurân-ı Kerîm’de “gün” olarak çevrilen Arapça “yevm” kelimesinin kullanılış tarzı da oldukça önemlidir. Çünkü Arapça “yevm” kelimesinden 24 saatlik gündüz ve geceden oluşan bir devir olan “gün” anlaşıldığı gibi, aynı zamanda genel anlamda “devir” ya da “zaman dilimi”nin de “yevm” kelimesinden anlaşıldığı da Maurice Bucaille’nin çalışmasında ifade edilmiştir.[34]
Bundan Allah ve evren ilişkisi değerlendirilirken İzafiyet Teorisinin ve bu hususun göz önünde bulundurulmasının önemli açılımlara yardımcı olacağı; “İnsanın yaratılması için Tanrı neden milyarlarca yıl bekledi?” ve “Altı günde yaratmayı nasıl anlamalıyız?” gibi sorulara cevapta yardımcı olacağı kanaatindeyiz
Allah ve Zaman
İzafiyet teorisine dayanılarak, evrenin başlangıç anının sadece maddî evrenin değil aynı zamanda ‘zaman’ın da başlangıcı olduğu söylenebilir. Çünkü daha önce kısaca anlatıldığı gibi uzay ve zaman ayrılmaz bir bütündür; genişlemekte olan uzayı başlangıcına doğru geri götürürsek, bütün evrenin tek bir noktada çöküşüyle karşılaşırız. Bu noktada uzay yok olduğundan, artık zamandan bahsetmenin de bir anlamı kalmaz. Bu yüzden evrenin başlangıcını evrenin ‘yaratılış anı’ olarak gören teistlerin birçoğu, bu anın zamanın da başlangıcı/yaratılışı olduğunu söylemişlerdir. Daha önceden uzayla zaman birbirlerinden bağımsız varlıklar olarak kabul edildiklerinden; Newton fiziğinin bir takipçisi şu soruyu sorabilirdi: “Allah, evreni yaratmadan önce ne yapıyordu?” İzafiyet teorisine göre ise evrenin başlangıcından önceki zamanlar tanımsız olduğu için, burada neyin gerçekleştiğini sormak anlamsız olmaktadır.[47] Bu yüzden Allah ile ilgili bahsedilen soru da anlamsızdır.[7]
İzafiyet teorisi, Allah’ı sonsuz zamandan beri var olan bir varlık olarak tarif eden yaklaşımların yerine Allah’ı ‘zaman üstü’ veya ‘zamana aşkın’ veya ‘zamansız’ olarak tarif eden yaklaşımların savunulmasına güç vermiştir. ‘Allah’ın zamansızlığı’ ile ilgili fikirler din felsefecileri arasında yoğun bir tartışma konusu olmaya hâlâ devam etmektedir.[48] Bu konuyla ilgili tartışmalarda, farklı fikirlere sahip felsefecilerin tümü, yaklaşımlarında izafiyet teorisinin verilerini göz önünde bulundurmak zorunda olduklarının farkındadırlar. Artık ‘Allah’nın zamansızlığı’ görüşüne karşı ileri sürülen görüşler bile Allah’ın bu evrenin zamanı ile aynı şekilde akan bir zamana tâbi olmadığı konusunda hemfikirdirler.[7]
Allah’ın zaman ile ilişkisinin, Allah’ın evrene müdahalesi ile ilgili felsefi problemlerde göz önünde bulundurulması önemlidir. Aslında zamanın izafî olduğunun anlaşılması bu konuyla ilgili birçok felsefî problemin çözümüne önemli katkılarda bulunabilir. Örneğin Leibniz’in, Allah’ın ‘baştan müdahale’ ile evrendeki her şeye müdahalelerini gerçekleştirdiğine dair yaklaşımını [49] ve Malebranche’nin Allah’ın her an her şeye müdahale ettiğine dair yaklaşımını (vesilecilik) ele alalım.[50] Bu iki yaklaşımı birbirine karşıt yaklaşımlar olarak konumlandıranlar olmuştur, hatta Leibnizci yaklaşımı deizm olarak niteleyenler de vardır. Modern kozmoloji ile Leibnizci yaklaşımı bir arada ele alırsak, Allah’ın 15 milyar yıl önce yaptığı bir müdahale ile evrenin her anına ve her yerine müdahalelerde bulunduğunu söylemiş oluruz.
Sonuçta bu yaklaşım ile Malebrancheci yaklaşım arasındaki temel fark, 15 milyar yıllık zaman mesafesindedir. Fakat izafiyet teorisiyle zamanın izafî olduğu ve Allah’ın bu evrenin zamanına bağımlı olamayacağı anlaşıldıktan sonra, söz konusu 15 milyar yılın ciddi bir önemi kalmamıştır. Bizim için 15 milyar yıl süren zaman süresinin Allah için bir an gibi olduğunu düşünebiliriz. Nitekim Dünya’dan ışık hızına yakın süratle hareket eden bir uzay gemisine binen herhangi bir kişinin, Dünya takvimine göre birkaç yüzyıl sonra geri döndüğünde sadece birkaç yıl yaşlanmış olmasının; izafiyet teorisine göre gayet normal bir fiziksel olgu olduğunu hatırlayalım. İnsanlar için bile izafî zamanlı evrende böylesi olgular fizik yasalarına göre mümkün olunca; ‘zamanın ve fizik yasalarının yaratıcısı’ olan bir Allah anlayışına sahip kişiler, milyarlarca yıllık zaman süreçlerini rahatlıkla Allah için bir an hükmünde kabul edebilirler. Böylesi bir anlayışın sonucunda Leibnizci yaklaşım ile Malebracheci yaklaşım arasında önemli bir fark kalmaz. Teizm için aslolan ‘müdahalelerde bulunan bir Allah’ anlayışının savunulmasıdır.
İzafiyet teorisi, ‘baştan’ ve ‘her an’ arasındaki zaman farkını önemsizleştirmiştir, bu yüzden Leibnizci yaklaşımı; evrendeki oluşumlardan habersiz, evrenle irtibatı zayıf veya ilişkisi hiç olmayan bir Allah anlayışını ifade eden ‘deizm’ ile karıştırmanın hatalı olduğu iyice anlaşılmıştır. Teizm, evrene aşkın olmasına rağmen her yerine müdahalelerde bulunan bir Tanrı anlayışını kabul ettiği gibi; zamana aşkın olmasına rağmen zamanın her anına müdahalelerde bulunan bir Allah anlayışını da kabul edebilir. Tektanrıcı dinler için önemli olan Allah’ın tüm isteklerden ve oluşumlardan haberdar olması ve bunlara dilediği gibi cevaplar verip müdahalelerde bulunabilmesidir.[7]
İzafiyet Teorisi ve Kader
Zamanı yaratan Allah’ın, zamandan münezzeh olduğu açıkça ifade edilmektedir. İnsan ise, Allah’ın kendisi için takdir ettiği zamana bağımlıdır. İnsan ne kadar uykuda kaldığını dahi bilmekten acizdir. Böyle bir durumda zamanın mutlak olduğunu iddia etmek, son derece akıl dışıdır. Zaman sadece yaratılmış varlıkları ilgilendiren bir durum olup, uzunluğu ve kısalığı şartlara göre değişen, duruma göre farklı algılanan göreceli bir kavramdır. Bunun böyle olduğunu anlamamıza yardımcı olacak örnekleri, bu yaşadığımız alemde bile görmek mümkündür.
Zamanın izafi oluşu, bize çok önemli bir gerçeği göstermektedir. Bu izafiyet o kadar değişkendir ki, bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece tek bir saniye bile sürebilir. Hatta evrenin başından sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir “an” sürüyor olabilir. İşte insanların tam olarak anlayamadığı kader gerçeğinin özü de buradadır. Kader, Allah’ın geçmiş ve gelecek tüm olayları bilmesidir. İnsanların önemli bir bölümü ise, Allah’ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderin gerçekliğini anlayamazlar. Oysa “yaşanmamış olaylar”, bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise, zamana ve mekana bağlı değildir. Zaten bunları yaratan kendisidir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an, hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir.
Kaynak : Gizliilimler