1. Bölüm
Antik uygarlıklar zamanımıza nispet edildiğinde, hangi teknolojik noktalarda olduklarını bilemiyoruz. Ancak Maya medeniyeti ve eski Mısır medeniyeti araştırıldığında ileri bir teknolojik seviyede oldukları, bilhassa astronomi ve benzeri ilimlerde son derece ileri oldukları gözlenmektedir.[1]
Dünya yaşamını mutlaka maddi bir şeye bağlamak ve insanlardaki Allah inancını ortadan kaldırmak amacını taşıyan birtakım kimseler de, “Dünya yaşamındaki teknoloji bize uzaydan gelmiştir” demektedirler. Peki, “Allah dünya dışındaki varlıklara teknoloji ilhamı veriyor da dünya insanlarına neden vermesin?”
Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan bazı buluntulara bakılarak bunların ait olduğu zaman diliminde yapılmasının mümkün olmadığı iddia edilmekte ve “Olsa olsa bunlar uzaydan gelen varlıklar tarafından yapılmıştır.” denilmekte ve insanlar kandırılmaktadır. Neden dünyadaki insanlarda, “Biz ileri teknolojik ürünler yapmaktan uzağız, uzaylılar bizlerden daha gelişmiş teknolojiye sahiptir.” anlayışı vardır? Bugün dünya çok ileri bir teknolojiye sahip değil midir? Burada bir atlama vardır.[2]
Tarihçilerin var olduğunu söylediği en eski dönem Paleolitik Çağ, diğer bir deyişle Taş Devri ortalama M.Ö 10.000 yılından daha eski dönemlerdir. Onlara göre insanlık, var oluşundan, yaklaşık M.Ö. 10.000 yıllarına kadar geçen süre içerisinde Taş Devrini yaşamıştır. Ancak bizim kanaatimize göre böyle bir çağ hiçbir zaman olmamıştır. Sadece ilkel bir şekilde yaşayan bazı topluluklar var olmuştur ve günümüzde dahi bazı toplumlar, bu tür bir yaşam tarzını benimsemekte ve devam ettirmektedir. Örneğin Afrika’da birçok kabile, hâlâ bu şekilde yaşamaktadır.[3]
Dünya üzerinde yaşanan yıkıcı ve yok edici felaketler sonucu batan (Kurân’ın tabiriyle helak edilen) çok gelişmiş bu toplumların felaketten kurtulabilen az sayıdaki insanları, eskiden sahip oldukları o gelişmiş teknolojilerinden yoksun olarak mağaralarda ilkel şartlarda yaşamaya başlamışlar. Ancak buna rağmen bu insanlar, günümüze kadar gelenlerinin ve ilkel insanların yapamayacağı kalitedeki muhteşem mağara resimleri ile bizlere, bazı mesajlar bırakmak istemişlerdir. Muhakkak ki, yüz binlerce yıl önce mağaralarda yaşayan çok ilkel insanlar vardı. Ancak mağara resimlerini yapanlar bu ilkel insanlar olmayıp, tabi afetlerle yok olan medeniyetlerden arta kalan bir avuç gelişmiş insanlardır.
blank
Eski dönemlerden beri söylenegelen bir çok efsane yanardağların patlaması sonucu yok olan kentleri, tufanların silip süpürdüğü ülkeleri anlatmaktadır. Nuh Tufanı’nda bütün yeryüzünün su baskını altında kalması söz konusu edilmektedir.[5] Bu büyük doğal afetlerde bilindiği gibi önce Pasifik Okyanusu’ndaki Mu Kıtası daha sonra da Atlantik Okyanusu’ndaki Adantis Kıtası parçalanarak hemen hemen tamamen sulara gömülmüşler, diğer kıtalarda ise kısmi parçalanmalar ve büyük su baskınları meydana gelmiştir.
Meydana gelen tüm bu büyük doğal afetlerin sonucunda Dünya üzerinde yok olmaktan kurtulabilen tüm uygarlıklarda büyük bir gerileme kaçınılmaz olmuştur. Dünya’nın büyük bir bölümünde kelimenin tam anlamıyla, korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Kurtulabilenler boş alanlara yerleşmişler ve her türlü teknolojik imkândan bir anda yoksun kalıvermişlerdir. İşte günümüz Klasik Tarih Bilimi’nin bundan 9.000 yıl önce yaşadığını iddia ettiği Taş Devri’nin altında yatan gerçek, bu gerilemedir.[6]
Bu konuda elbette ki tarihsel bir kayıt ya da buluntu henüz elimizde mevcut değildir ama buna benzer, efsaneye dönüşmüş bir hikâye, tarihin derinliklerinden günümüze ulaşmıştır. Bunun adı Atlantis Efsanesidir. “Burada Atlantis Efsanesi, kesinlikle Tufan öncesi dünyayı anlatıyor.” demek istemiyoruz ya da bu efsaneyi kesin bir referans olarak da almıyoruz. Ancak aradaki bazı dikkat çekici benzerlikler nedeniyle onu göz ardı etmemizin bir eksiklik olacağı düşüncesinden hareketle, bilgi edinme ve bir ufuk açmak açısından Atlantis konusuna kısaca da olsa değinmek istiyoruz. Ama ondan önce, Eski Dünya Toplumunun ulaştığı teknolojik seviyenin bizden üstün olduğuna dair birkaç delil getirmek isteriz: [3]
أَوَ لَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِن قَبْلِهِمْ كَانُوا هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِن وَاقٍ
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserleri bakımından bunlardan daha üstündüler. Ama Allah, onları günahları yüzünden yakaladı ve Allah’a karşı bir koruyanları da olmadı.” (Kurân-ı Kerîm) [7]
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْهُمْ وَأَشَدَّ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَمَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
“Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonu nice olmuş diye bakmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan sayıca daha çok, kuvvetçe daha zorlu ve yeryüzündeki eserleri bakımından daha üstün idiler. Ama kazanmış oldukları şeyler, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.” (Kurân-ı Kerîm) [8]
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَأَثَارُوا الْأَرْضَ وَعَمَرُوهَا أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
“Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar, kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. Ve resulleri onlara açık seçik deliller getirmişti. O halde, Allah, onlara zulmediyor değildi. Doğrusu, onlardı öz benliklerine zulmedip duranlar.” (Kurân-ı Kerîm) [9]
Kurân ayetlerini okurken, onların tüm zamanlara hitap ettiğini bilirsek, bugüne kadar açıklayamadığımız birçok ayetin, zihinlerimizde nasıl anlam kazandığını da görebiliriz. Mesela Adiyat sûresinin ilk 4 ayeti bu açıdan çok enteresandır. Surenin birinci ayetinde وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحاً (Vel âdiyâti dabhâ) yani “And olsun derinden gelen bir ses çıkaran Adiyat’a” deniyor. Bugüne kadar yapılmış bütün meallerde Adiyat, “dört nala koşanlar” ya da “harıl harıl koşanlar” seklinde çevrilmiştir. Dabh ise derinden gelen hırıltılı bir sestir. Bunu da atların ya da koşan insanların nefes nefese kaldıkları zaman çıkan ses olarak düşünmüşlerdir.
Açıkça anlaşılmaktadır ki “Adiyat”, hem hızla ilerleyen hem de gürültü çıkaran bir şeydir. Eski müfessirlerin Adiyat’ı, dörtnala koşan atlar ya da koşuşturan insanlar seklinde anlamış olması garip değildir. Asıl garip olan, sûrenin devamındaki ayetlere rağmen bizim de Adiyat’ı bu şekilde anlamaya devam ediyor olmamızdır. Buyurun, devam eden ayetleri okuyun! Yorum sizin. [3]
وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًا فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًا فَالْمُغِيرَاتِ صُبْحًا فَأَثَرْنَ بِهِ نَقْعًا فَوَسَطْنَ بِهِ جَمْعًا إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ
Adiyat Sûresinin ilk 6 ayetinin meali: “Andolsun gürültülü Adiyata, böylece çarparak ateş saçanlara, sabah vakti baskın verenlere, böylece onunla tozu dumana katanlara, onunla topluluğun ortasına dalanlara. Şüphesiz ki insan Rabbine karsı nankördür.”
blank
Atlantis, binlerce yıl önce insanlığın, üzerinde muazzam derecede ileri bir medeniyet kurduktan sonra büyük bir tufanla sulara gömüldüğüne inanılan bir ülkedir. Atlantis üzerine birçok hikâye anlatılmış ve yazılmıştır. Kayıtlı tarihimizde bu konu ile ilgili yer almış en eski yazılar, Sokrates’in öğrencisi ve Aristo’nun ise hocası olan ünlü felsefeci Platon, diğer bir deyişle Eflatun tarafından kaleme alınmıştır. Platon, M.Ö. 421 yılında Atinalı bir devlet adamı ve aynı zamanda kuzeni olan Kritias’ın kendisine anlattığı Atlantis hikâyesini yazılarıyla naklederek günümüze kadar taşınmasını sağlamıştır. Bu hikâye, Kritias’a, dedesi Dropides tarafından anlatılmış. Dropides ise hikâyeyi ünlü Yunan şairi Solon’dan öğrenmiş.
Solon, Mısır’da bulunduğu bir dönemde Mısırlı bir kesiş kendisine, o günün 9000 yıl öncesinde yaşanan büyük bir tufandan ve o tufanda sulara gömülerek yok olan Atlantis diye bir ülkeden bahsetmiş. Bu ülkenin halkı, daha önce hiç kimsenin ulaşamadığı kadar ileri bir uygarlığa ve güce sahip olmuş. Daha sonra bir tufan yüzünden okyanusun sularına gömülmüşler.
Tibet’ten Avustralya’ya, Sibirya’dan Güney Denizlerine kadar pek çok yer gezen Churchward, 1868’de İngiliz ordusunda görevli bir subay olarak Hindistan’da görev yaparken bir tapınak rahibiyle yakın dost olmuş ve ondan asırlardır tapınak mahzenlerinde yatan antik tabletlerin nasıl tercüme edileceğini öğrenmiş. Bu tabletler, bizim uygarlığımızdan çok önceleri, muazzam bir uygarlığın doğduğunu, geliştiğini ve yok olduğunu anlatıyormuş. Bu bahsettiği uygarlık, Mu uygarlığıymış. Mu Kıtası bir tufanda sulara gömülmüş ve yine daha sonra sulara gömülen Atlantisliler de Mu’nun bir kolonisiymiş ve o zamanlarda tek bir dil konuşuluyormuş.
Bu anlatılanlar, efsaneler yoluyla günümüze ulaşmış bilgilerdir. Ancak kaynakların yeteri kadar güvenilir olmaması nedeniyle bunları da kesin birer referans almanın doğru olmadığının bilinciyle, sadece içerdikleri enteresan ve hakikat ile benzeşen noktaların dikkat çekiciliği sebebiyle özet olarak aktarma ihtiyacı duyduk.[3]
Nuh kavminden sonra putlara tapan ilk kavim olan Âd kavminin başkenti, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütun ve kulelerle dolu İrem şehriydi. Bu şehre arkeolojik kaynaklarda “Ubar” adı da verilir. Yemen’de, Hadramut’un kuzeyinde yer alan bu görkemli şehir, sekizgen kuleleri ve 15 metreye varan sur duvarlarıyla muhteşemdi. Âdlılar, yüksek yerlere şato gibi binalar yaparak, lüks ve eğlence içinde günlerini gün ediyorlardı. Bazı sarayları o kadar şatafatlıydı ki, bu sarayların içinde ölümsüzlüğü bulacaklarına inanmışlardı. Âdlılar, sahip oldukları güç ve teknolojiyi güçsüzlerin üzerinde bir zorbalık ve yıkım aracı olarak kullanmayı da ihmal etmiyorlardı. (Şuara, 26/128-130). Onlar, sahip oldukları teknolojiyle böbürlenerek “Bizden daha güçlü kim var?” diyorlardı (Fussilet, 41/15).[2]
Semudluların da, ataları Âdlılar gibi teknolojiyle arası iyiydi. Semudlular, vadide kayaları yontarak kurdukları şehirlerinin görkemi içinde, her türlü ahlaksızlığı yapıyor, bu kayaların kendilerini her şeyden koruyacağını düşünüyorlardı.
blank
Yaygın kanıya göre Kurân’da yok edildiği bildirilen Semud kavminin yaşadığı bölge, bugün Ürdün’deki Nebâtîlere başkentlik yapan Pedra harabeleridir.[11]
Bizim geleneksel Dünya Tarihimiz ise, 6.000 yıl önceden yazılmaya başlanmış olup, bu dönemi 9.000 yıl önceye ait taş devri olarak zikreder. Geleneksel tarih 9.000 yıl önce insanlığın taş devrini yaşadığını yaza dursun, bugün günümüze kadar gelen 15.000 yıl ve daha eski zamanlarda inşa edildiği bugünün teknolojileri ile tespit edilmiş olan devasa eserler, Dünya üzerinde dimdik durmaktadır. Bunlardan birisi ve en ünlüsü, Mısır’daki büyük Gize Sfenksidir.
blank
Mısır’da Gize Piramitlerinin bulunduğu sahada ve piramitlerin yanında, piramitlerden binlerce sene önce inşa edildiği tespit edilen ve günümüze kadar hafif hasarlarla sağlam bir şekilde ayakta kalan Dünya’nın en ünlü anıtlarından biridir. Yüksekliği 20, boyu 73.5 ve eni 6 metre olan, som kayadan oyulma, Dünya’daki en büyük heykeldir. Pençelerinin arasında bir tapınak bulunur, yatan aslan biçiminde gövdesinin üzerinde aslan başı yerine insan başı vardır. Tapınaklarının inşaatında kullanılan taş blokların her birinin ağırlığı 200 tondur. Bu taşlar heykel oyulurken heykelin etrafından çıkarılmıştır.
İddialara göre, Sfenks’in ayaklarının altındaki gizli oda da Atlantis tarihi ile ilgili çok özel bilgiler bulunmaktadır. Ancak var olduğu söylenen bu gizli oda, bugüne kadar keşfedilmemiştir. Mısır Hükümeti de herhangi bir kazı izni vermemektedir.
Tarih kitapları, Gize Piramitlerinin ve Sfenks’in yaklaşık M.Ö. 2500 yıllarında yapıldığını yazar. Bu varsayım, uzun yıllar hep böyle kabul edilmiştir. Ta ki, gazeteci ve yazar Graham Hancock, 1990 yılında Gize Piramitlerini ziyaret edene kadar…Graham Hancock, piramitleri bu ilk ziyaretinden sonra 1993’de piramitleri tekrar ziyaretinde yaptığı uzun araştırmalarından sonra bunların yapılış tarihlerinin çok daha eski olduğunu ve bu inşaatları yapanların çok üstün teknolojiye sahip olduklarını iddia etmiştir. Ona göre bu eserler, çok daha eski kayıp uygarlıklar tarafından yapılmıştır.[4]
Sfenks Dünya’nın en büyük heykelidir. Bu heykel, ilkel barbarlar tarafından değil, gelişmiş hem de çok gelişmiş bir medeniyet tarafından yapılmıştır. Üstelik bu Dünya’da tarihsel olarak bildiğimiz bir medeniyet tarafından da yapılmamıştır. Sfenks örneğinde olduğu gibi geçmişte büyük medeniyetlerin var olduğuna dair daha bir çok kanıt vardır. Ancak tutucu bilim ve insanlar bunları görmezlikten gelip sürekli halının altına süpürmektedirler. 1990 yılında ispatlanan Sfenks’in yaşıyla artık Dünya’da 10.000 yıl öncesinde yüksek medeniyete sahip birilerinin yaşadığını biliyoruz. Tutucu bilim ne kadar inkar ederse etsin, bugün bildiğimiz Sümer, Mısır, Maya ve diğerlerinin dışında daha eski olan Atlantis ve ondan daha da eski olan bir Uygur ve Mu Medeniyetleri vardır.
blank
Yine Mısır’daki Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleri Tufan Öncesi teknolojisi kullanılarak Osiris Rahipleri’nin gözetiminde inşa edilmiştir. Bir zamanlar Büyük Piramid de dahil olmak üzere, Mısır’daki tüm piramitlerin anıt mezar olarak yapıldığı görüşü günümüzde geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Tufan Öncesi’nde yapılmış olan ilk üçüne kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta birer taklit niteliğinde olan ve Tufan’dan çok daha sonraki dönemlere ait diğer piramitlerin yegane işlevi firavun mezarı olmalarıdır. Ancak diğerleri için durum çok farklıydı.
Keops’la ilgili bulgular, bu piramidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya özellikle yerleştirilmiş olduğunu gösteriyor. Bu piramidin temelinin her bir köşesi 51 derece, 51 dakika, 14 saniyedir. Temel çevresinin yüksekliğine oranı, Pi (π) sayısının 2 katına eşittir: 2 x 3.1415. Bu eserin yapımında kullanılan temel ölçüm birimi, 636.66 ram’a denk gelen “Piramit Kübiti’dir. Dünyanın merkezinden Kutba uzatılan yarıçap, 6357 kilometredir Bu da “Piramit Kübiti’nin 10.000.000 katına eşittir.
Dünya ile Güneş arasındaki mesafe ortalama 149.5 milyon kilometredir. Piramidin yüksekliğinin ise tahmini olarak 147- 149 metredir. Tahmin ediliyor dememizin sebebi, tepe noktasının zaman içinde erozyona uğramış olmasından dolayı bugün için kırık olmasıdır. Bu oranlara baktığımızda, piramidin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımının dünyamızın Güneş’e olan uzaklığını vermekte olduğu görülmektedir. Piramidin temel kenarının uzunluğu 365.25 “Piramit Kübiti’dir. Bu da, Dünya’nın Güneş Yılı’nın gün sayışına eşittir.
Arap Tarihçisi Ebû Zeyd el Balkhî, eski bir yazılı kaynağa dayanarak, “Büyük Piramid’in Çalgı Takımyıldızı Yengeç Burcu’ndayken yani Hicret’ten 2 kere 36.000 yıl önce inşa edildiğini” yazar. Muhyiddin-i Arabi,Mısır Ülkesi’ndeki piramitlerden söz ederken, “Bu piramitler Nesr, Esed Burcu’ndayken bina edilmiştir. Nesr, şu anda Cedi Burcu’ndadır.” demektedir.
Bir başka Arap Tarihçisi İbn-i Abd-Hükm de Piramitler’in yapılış tarihi olarak “Tufan Öncesi’ni gösterir. Arap tarihçiye göre piramitlerin yapılış tarihi: “Tufan’dan 300 yıl öncesine dayanmaktadır.” İbn-i Abd-Hükm, piramitlerin yapılış nedenlerini ise özetler:
“Mısır Kralı Surid İbn-i Salhuk, rüyasında dünyanın ekseninden oynadığını, yıldızların o yana bu yana kaçıştığını ve insanların tüm bu olgulara eşlik eden korkunç sesin etkisiyle korku içinde olduklarını görür. Uyanınca bütün rahiplerini toplar. Onlara gördüğü korkunç rüyayı anlatır. Rahipler astrolojik ve astronomik hesapları da inceleyerek yaklaşmakta olan Tufan’ı haber verirler ve krallığı yok edecek iklim değişikliklerini anlatırlar. Önlerinde birkaç yıllık vakit vardır. Bu süre zarfında kral, danışmanları yardımıyla içlerinde kubbeler bulunan piramitler yaptırır. Piramitlere muskalar, esrarlı hazineler, paralar, kıymetli taşlardan yapılmış muhafaza kutuları, çeşitli aletler, çatlamayan tekneler ve bükülebilen ama kırılmayan cam eşya yerleştirilir.”
Piramitlerin Tufan’dan korunmak için yapıldığı ile ilgili başka tarihi kayıtlar da vardır: 14. yüzyıl’ın ünlü Arap alimi İbn-i Batuta, Piramitlerin Tufan boyunca sanat ve bilimi ve diğer bilginleri korumak için inşa edildiğini yazar. Aynı anlatıma yine 14. yüzyıl’a ait Firazabadi Lügati’nde de rastlanır.
Orta Çağ’da yaşamış Mısır Kıpti tarihçisi Mesûdî de, Arap Tarihçisi İbn-i Abd-Hükm’ün aktardıklarını doğrularcasına Büyük Piramid’in Surid isimli bir kral tarafından yaptırıldığını aktarmıştır. Bu kayıtlara göre Surid, Tufan’dan 300 yıl önce yaşamıştır. Nasıl olduğu bilinmeyen bir biçimde kral, Aslan Takımyıldızı’yla ilgili bir felâket hakkında önceden uyarılır. Piramidi yaptırma nedeni de buna dayanın Yaklaşan büyük felâketten eskinin anısını koruyabilecek bir anıt yapmak. İşte bu düşünceyle Büyük Piramidi inşa ettirir.
Piramidin dış cephesi, duvar ve tavanları, astronomi, matematik ve tıp alanında bilgilerle donatılır. Bu bilgilerin arasında gizemli varlıklarla ilgili bilgilerin de kaydedildiği ifade edilmektedir. Eskinin anısı ile ilgili tarihi bilgiler de, bu piramidin gizli bölümlerine yerleştirilir. (Edgar Cayce’nin Atlantis’le ilgili gelecekte bulunacağını iddia ettiği önemli bilgiler işte bunlardır.) Ancak ne yazık ki. Piramidin dış cephesi ve duvarlarındaki bu yazıtların büyük bir bölümü günümüze kadar gelememiş ve gizli tarihe ilişkin bilgiler de şu ana kadar bulunamamıştır. Abu Hormenies mabedinde bulunan Kıpti Papirüsü’nde şöyle bir pasaj vardır:
“Piramitler, işte böyle yapıldı. Duvarlara astronomi, fizik ve diğer yararlı bilgilerin sırlan yazıldı. Dilimizi okuyabilen herkes bunları anlayabilsin diye.”
Arap Tarihçisi Mesûdî, Gize’deki iki Piramit’in altındaki tüneller ve yeraltı galerilerinden bahseder. Bunların giriş kapıları henüz bulunamamıştır. Mesûdî, ayrıca Mikerinos Piramidi’ne paslanmayan demir ve bükülebilen cam gibi, o dönemde ne olduğu anlaşılamayan garip objelerin de konulduğundan söz etmektedir. Mesûdi’nin yaşadığı 10. yüzyıl’ın teknolojik imkânları göz önüne alındığında, paslanmaz çelik ve plastik benzeri maddelere olağanüstü sıfatını takmış olması son derece doğal karşılanmalıdır. Ancak doğal olmayan, bu maddelerden yapılmış objelerin o devirde Mısır’da bulunmasıdır.
Mesûdî, “mekanik heykeller” ismini verdiği bir başka garip tanımlamada daha bulunur. Mesûdî, Gize Piramitleri’yle bağlantılı olan yeraltı galerilerinin, olağandışı yetenekleri olan bu “mekanik heykeller” tarafından korunduğunu ifade etmiştir. Kendilerine yaklaşanların niyetini anlayabilecek tarzda programlanmış olduğunu söylediği bu “mekanik heykeller”, hâl ve tavırlarından ötürü içeriye kabul edilmeye layık olanlar dışında hiç kimseyi, yeraltı galerilerine sokmuyordu. Çünkü buna teşebbüs edenler ya felç geçiriyorlar ya da ölüyorlardı! [6]
Sonuç olarak gerek tarihsel gerçekler, gerekse semavi dinlerin kitaplarının belirttiği üzere Dünya üzerinde, bugünkünden çok daha gelişmiş toplumlar gelmiş geçmiştir. Hal böyle iken yazılı tarihimizin bunları göz ardı ederek, halen bu gelişmiş toplumları ilkel toplumlar olarak aktarması bir yanılsama ve hatadan başka bir şey değildir. Ancak arkeoloji bilimi ve arkeolojide uygulanan teknolojiler geliştikçe gerçekler su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Bu işlerin aydınlatılmasına gönül vermiş olan bir çok bilim insanının ve araştırmacıların gayreti ile daha bilinmeyen pek çok gerçek su yüzeyine çıkarılacaktır. Belki o zaman insanlık tarihi daha gerçekçi yazılacaktır. Bugünkü tarihi bilgiler, yüzeysel ve yetersizdir.
blank
1000 Yılda Yapılan Kent
Pasifik Okyanusu’ndaki Mikronezya adası yakınlarına kurulu antik Nan Madol kentinin inşası, M.Ö 200′de başladı ve 1000 yıl sürdü. 250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanılarak yapılan bu kent, 100 yapay adayı kanallarla birbirine bağlıyor. Bu kadar bazaltın bölgeye nasıl getirildiği ise hala sır.
blank
400.000.000 Yıllık Çekiç
Resimde gördüğünüz çekiç bir kum taşı içinde bulundu. Yani prensibe göre, bu kum taşı oluşurken çekiç oradaydı. Keşif, 1844 yılında Fizikçi David Brewster tarafından yapıldı. (Kingoodie, Myinfield-İngiltere). İngiliz jeoloji araştırma merkezinden Dr. A. W. Med tarafından yapılan analizlerde bu kum taşının yaşının 360 ile 460 milyon yıl olduğu saptandı. Yani çekicin de o kadar eski olması gerekiyor. Ama bilim dünyasına göre böyle bir şey imkansız!
blank
5.000.000 Yıllık Takma Göz
Arkeologlar, İran’da 5000 yıllık bir altın yapay göz buldu. Kâhin ya da rahibe olduğu olduğu sanılan kadının gözüne operasyonla takma gözü yerleştirdiği sanılıyor.
O dönemde yaşayan insanların bu yapay göz sayesinde gizli güçlere sahip olduğuna ve geleceği görebildiğine inanılıyordu. Yaklaşık 30 yaşlarındaki kadının mezarında süslü bir bronz ayna da bulundu. Afganistan sınırında 5000 yıllık keşfi yapan İtalyan ve İranlı arkeolog grubunun lideri Lorenzo Costantini, gözün kadına gizemli güçleri olduğu izlenimini verdiği için takıldığını söyledi.
blank
50.000.000 Yıllık Tokmak ve Kap
1877 yılında Montezuma tünel şirketinin bir tünel çalışması sırasında 50 milyon yıl eski olan bir lav akıntısının içinde bir tokmak ile bir kap bulundu.( Table dağı – California) Tokmak, yaklaşık 30 cm uzunluğunda ve kap ise 10 cm çapındadır. Bu buluntudan şu sonuç çıkıyor: 50 milyon yıl önce yanardağdan fışkıran lavlar sel olup akarken bu tokmak ile kap oradaydı ve ikisi de lavın içinde gömülü kaldılar. 50 milyon yıl önce.
blank
Afrika’daki Metal Kürecikler
Bu metal kürecikler, Güney Afrika, Klerksdorp’tan. Birinin üzerinde kürenin çevresini dolaşacak şekilde birbirine paralel 3 çizgi oyulmuş. Bu küreler Cambrian devri öncesine ait pek çok mineral arasında bulunmuştur (2, 8 milyar yıl öncesi). Bu kürelerden bazıları 6 milimetre kalınlığında, ince bir kabuğa sahiptirler. Bu ince kabuk kırıldığı zaman kürenin içinden süngerimsi garip bir şey çıkıyor. Bu süngerimsi şey havayla temas edince parçalanıp toz haline geliyor. Bu kürelerin ne oldukları, kimler tarafından ve ne amaçla yapıldıkları bilinmiyor. Üstelik bu metal kürecikler, 2, 8 milyar yaşındalar.
blank
Antikythera Düzeneği
1900’da, Yunanistan’da küçük Antikythera Adası kıyılarındaki bir batıkta araştırma yapan dalgıçlar, bir kutu buldular. Bu tahta kutunun içinde mekanik bir düzenek bulunuyordu. Fakat, düzeneği oluşturan çarklar ezilip iç içe geçmişti. Bu yüzden de nasıl çalıştığını anlamak olanaksızdı. Arkeologlar yıllar sonra, yeni geliştirilen röntgen ve tomografi gibi görüntüleme yöntemlerini kullanarak düzeneğin nasıl çalıştığını ortaya çıkardılar. Sonunda, Antikythera düzeneğinin M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış insanların kullandığı bir tür mekanik hesap aygıtı olduğu anlaşıldı.[14] Bu ilkel bilgisayarın bilime dayalı ilk teknoloji ürünü bir bilimsel alet olduğu varsayılıyor.[15]
Antikythera Düzeneği’nin aslında analog bilgisayar sistemlerinin bilinen eski atası olduğu 2006’da Londra Bilim Müzesi’ndeki antik makinelerden sorumlu Michael Wright’ın bu düzeneğin tomografisini çekmesiyle anlaşıldı.[16] Wright’ın tomografi kullanarak yaptığı incelemeye göre, ön kadran, sadece Güneş ve Ay’ı göstermemekte, düzeneği 8 kollu bir planetaryuma çevirmekteydi. Bu kolların yedisi, Güneş’in, Ay’ın ve o zamanlar bilinen 5 gezegenin konumlarını, son kol ise tarihi gösteriyordu. Tarih kolu istenilen tarihe ayarlandığında, diğer kollar da o tarihteki gezegen konumlarını gösterir şekilde kendiliğinden ayarlanıyordu. Phillip Ball’a göreyse bu düzenek, antik çağlardaki olimpiyatların zaman planlamasında bile kullanılmış olabilirdi.
blank
Ashoka Sütunu
Antik bir metalürji harikası arıyorsak, Hindistan’a Delhi’ye gitmemiz yeterlidir. Çünkü Ashoka Sütunu oradadır. Boyu 23 m., çapı 40 cm., ağırlığı 6 tondur. İşlenmiş demir şaft olan sütunun kaynakla birleştirilmiş disklerden yapıldığı belirlenmiştir.
Bir iddiaya göre bu sütun, M. S. 413’te ölen Kral 2. Chandra Grupta’nın mezar taşıdır. Böyle olsa dahi sütunun 1500 yıldan beri aynen kaldığı ve hiç bozulmadığı gerçeği değişmeyecektir. Sütunun yüzeyi yumuşak ve pirinçle kaplı izlenimini vermektedir. Hava koşullarından etkilendiğini gösteren birkaç iz bu kaplama yüzeyde görülebilir. 1600 yıllık süreç içerisinde Hint yağmur ormanlarında, muson ikliminde, sert rüzgarların ve yüksek nemli ısının altında eşdeğer bir demir kütlesinin paslanıp çürümemesini düşünmek ancak bir hayaldir.
Demir yapımı ve paslanmaya karşı korunma teknikleri bilindiği kadarıyla ancak 5. yüzyıldan sonra geliştirilmeye başlanmıştır ama bu bilgi, Ashoka Sütunu’nda geçerli değildir. Bu garip sütunu yapan gizemli metalürjistler kimlerdir ve onların uygarlıklarına ne oldu ve neden onlardan kalan başka bir ize ulaşamıyoruz? Yoksa geçmişin tarihini yazarken atalarımızı ilkel insanlar sanıyor ve saçmalıyor muyuz?
blank
Baalbek Şehri
Lübnan’daki Baalbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir, Roma İmparatorluğu’ndan da eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacıyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını, nasıl yaptığını, ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek’i görmezlikten gelmeye devam ediyor.
blank
Baalbek’teki Kaya Taşları
Lübnan’ın Baalbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlığında ve 25 metre uzunluğundadır. Bu “momolit” takma adlı yekpare blok, dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler, hangi teknolojiyle ve nasıl buraya getirebilmişti?
blank
Babil Pili
1938 yılında Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm Konig, bir müze oluşturmaya çalışıyor ve durmaksızın kazı yapıyordu Kazı sırasında, 15 cm yüksekliğinde parlak sarı renkte kilden yapılmış 2000 yıllık bir çömlek buldu. Çömleğin içinde bakır levhadan yapılmış 381 cm çapında 5 cm yüksekliğinde bir silindir vardı.
Silindirin kenarları, 60/40 oranında kurşun/kalay alaşımıyla kaplanmıştı ve bu oran, günümüzde kullanılan en iyi orandı. Tepesinde şapka gibi duran katlanmış ve bakırın içine gömülmüş mühre benzer zift ya da asfalt bir parça ya da katman görülüyordu. Bu katmanın içinden çıkan bir demir çubuk, bakır silindirin içine doğru asılı duruyordu. Bakar bakmaz demir çubuğun paslanmış olduğu yani asitlendiği anlaşılıyordu. Bir mekanik uzmanı olmayan Dr Konig, bu garip cisme önce uzun uzun baktı; ama fazla düşünmesine ve uzman olmasına hiç gerek yoktu. Çünkü kil çömlek, antik pilden başka bir şey olamazdı.
Bu pil, şu anda Bağdat Müzesindedir ve resmi tarihlemesi ise M.Ö. 248 ile M. S. 226 arasındaki Part/Pers işgalidir. Yani o dönemden kaldığı bilimsel olarak kabul edilmiştir. Dr. Konig, bu garip çömleğin dışında yine şu anda aynı müzede bulunan gümüş kaplı başka bakır çömlekler de bulmuştu. Tüm çömleklerin bulunduğu yer, Güney Irak’taki Sümer kazılarıydı ve bu alanın arkeolojik tarihi M.Ö. 2500 olarak belirlenmişti.
blank
Baigong Boruları
Çin’de bir dağın tepesinde üçgen şeklinde, 40 cm genişliğinde, dağın derinlerine doğru giden, kısmen paslanmış borular bulundu. Daha insanların eti nasıl pişireceklerini bilmedikleri dönemlerde bu boruları nasıl ve neden inşa etmiş olabileceklerine bilim insanları açıklama getiremiyor.
blank
Chupicuaro Heykelcikleri
1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog, Meksika’daki El Toro Dağı eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El Toro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Chivo Dağ yakınlarında porselenden yapılmış 33.000’den fazla heykelcik bulundu. Buluntular, Chupicuaro, klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800’den M.Ö. 200’e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler, 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları nasıl oldu da böyle eski bir uygarlık, kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti?
blank
Dashka Taşı
Bu 120 milyon yıllık taş parçasının yüzeyi, Ural Bölgesini gösteren bir haritayla kaplıdır. Görünüşe göre bu kadar eski bir haritanın olması imkansızdır. Bashkir State Üniversitesindeki bilim insanları, bu eseri çok eski zamanlarda, gelişmiş uygarlıkların olduğuna dair kanıtlardan biri olarak yorumluyorlar. Bu gerçekten de insan eliyle yapılmış bir rölyeftir.
Günümüz askeri haritalarıyla neredeyse aynı karakterik özellikleri sergilemektedir. Harita sivil çalışmaları göstermekte yani uzunluğu 12.000 km.’yi bulan kanallar, nehirlere çekilen çitler, güçlü barajlar… Kanallardan çokta uzakta olmayan yerde elmas biçimindeki yerler gösterilmiştir. (Ne anlattığı bilinmemektedir). Ayrıca harita bazı yazıları da içermektedir. Hatta sayılar bile vardır. Bilim insanları önce bunun eski Çince olduğunu düşündüler. Daha sonra bu düşünce bilinmeyen bir kaynağa ait hiyeroglif – syllabic türü yazıya dönmüştür. Bilim insanları bu yazıları şimdiye kadar çözemediler.
blank
Dendera Tapınağı Duvarlarındaki Elektron Tüpü
Mısır’da özellikle Dendera Tapınak Kompleksi’ndeki Hathor Tapınağı’nda bulunmalarıyla dikkat çeken bazı duvar resimleri, Antik Mısır’la ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Yazı boyunca incelenen duvar resimlerinin büyük kısmı Mısır’daki Dendera Tapınak kompleksinde yer almaktadır. Bu resimlerde Mısırlıların günümüzdekullandığımız ampul ve ark lambası tekniğini kullanarak aydınlatma yaptıkları görülmektedir. Hathor tapınağının duvarlarındaki bu resimler dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığı görülür: Ampul görünümündeki şekil dikdörtgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir.
Mısır’da elektriğin kullanılmış olabileceğini gösteren bir başka delil de piramitlerin iç duvarlarında hiç is izinin bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır’da elektriğin kullanılmış olma ihtimalini daha da kuvvetlendirmektedir.
blank
Eski Mısır Planörü
Geçmiş medeniyetlerinin hava ulaşımını kullandıklarına işaret eden delillerden biri, Mısır’da bulunan planör modelidir. 1898 yılında arkeologlar tarafından bulunan bu planör modelinin M.Ö. 200 yıllarında yapılmış olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan yaklaşık 2200 yıl öncesine ait bir planör modelinin ortaya çıkarılması elbette olağanüstü bir durumdur. Bu, evrimci tarih anlayışını temelden sarsan arkeolojik bir buluştur. Söz konusu modelin teknik özellikleri incelendiğinde ortaya çok daha ilginç bir manzara çıkmaktadır. Bu ahşap model, günümüzün en ileri teknolojisiyle yapılan Concorde uçaklarda olduğu gibi, hızdan minimum kayıpla maksimum yük taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu durum, Antik Mısırlıların çok iyi aerodinamik bilgisine sahip olduklarını da göstermektedir.
blank
blank
Geode of Coso (Coso Artifakt)
“Geode of Coso”, antik bir parçadır. Bu kaya parçasının üzeri doğal kristallerle kaplanmıştır.içinde bir boşluk bulunmuştur. Bu boşlukta, malzemesini metal ve porselenin oluşturduğu garip bir cisim bulunmuştur. Cisim o kadar eski olmasına rağmen metal bir yapıdadır. Bu cismin üzerinde meydana gelen ve onu kaplayan kristal oluşumlu kabuğun oluşabilmesi için 500.000 yıl geçmesi gerekiyor! Sonuç olarak bu garip cisim 500.000 yıl yaşındadır.[12]
Coso Artifact, 13 Şubat 1961 günü, California’ya bağlı Olancha’nın 9 km kuzey doğusunda avlanan avcılar tarafından bulundu. Bu malzemeler incelendiğinde 500.000 yıllık olduğu görüldü. Avcılar tarafından ne olduğu anlaşılamayarak kesilen malzemenin içinde seramik ve metal bir silindirin bulunduğu anlaşıldı. Daha sonra jeolog Ron Calais tarafından bir x-ray ile görüntülenmesi sonrasında bu metalin bir ucunda vida benzeri madde ve diğer ucunda parlayan bir silindir olduğu görüldü. Bu nesnenin ne olduğu, hangi amaçla kullanıldığı hala gizemini korumaktadır.
blank
İnkaların Jet Uçağı
1954 yılında Kolombiya Hükümeti, antik altın eserlerden oluşan bir koleksiyonu ABD’ye sergilemeye gönderdi. Amerika’nın önde gelen mücevher uzmanlarından Emmanuel Staubs, sipariş üzerine cisimlerin altı tanesinin röprodüksüyonlarını yapacaktı.15 yıl sonra bunların bir tanesi, analiz için biyolog-zoolog Ivan T. Sanderson’a verildi. Sanderson, kısa bir çalışmadan sonra bir grup danışmanı toplayarak vardığı sonucu açıkladı. Bu model, en azından 1000 yıllıktı ve yüksek hızda uçabilen bir uçak modelinden hatta bir jetten başka bir şey değildi. Modelin uzunluğu 5 santimetreydi ve bir zincirin ucuna takılıp kolye olarak kullanılmıştı .
Tahminen M. S. 500-800 arasında, Sinu Bölgesi’ndeki İnka öncesi dönemden kalmaydı . Sanderson ve New York Aeronotik Enstitüsü’nden Dr. Arthur Poyslee, bu tür bir kanatlı hayvanın olmadığı sonucunda birleştiler. Cisim, biyolojik olmaktan öte mekanikti. Örneğin ön kanatları delta şeklindeydi. Kenarları çok belirgindi ve bir hayvana hiç benzemiyordu. Ama daha da ilginci, bir dümen vardı. Bütün bunların ötesinde, cismin üzerinde Aramaik yani eski İbrani alfabesindeki “B” harfinin bulunması inanılmazdı. Yani cismin kökeni Kolombiya değil, Ortadoğu olmalıydı; ama orada ne arıyordu? Bu, gerçekten de bir uçak modeli miydi? Harfin şekli, bir rastlantı mı? Yoksa eski Ortadoğulular uçmanın sırrına sahip miydiler?
blank
Kaimanawa Duvarı
Yeni Zelanda’da’nın Taupo Gölü yakınlarında bulunan çok eski bir uygarlığa ait kusursuzca yerleştirilmiş ve pürüzsüz taşlardan oluşan duvarlar bulundu. Bu duvarları yapan uygarlık hakkında en ufak bir bilgi yoktur.
blank
Kiev Astronotu
Bu heykelcik, Avrupa ’da bulunan “uzay adamı” özelliklerini gösteren tek buluntudur. Yaşı çok eskidir.
blank
Kristal Kafatası
İngiliz Anna Mitchell Hedges, 1 Ocak 1924’de Mayaların kayıp şehri Lubaantun’da piramit tapınağının mihrabının altında kristal bir kafatası buldu. Gerçek insan kafatası boyutlarında olan bu kafatası tamamen şeffaf kuartz kristalinden yapılmıştı. Kristaller karbon içermediği için bu kristal kafatası, dünyaca ünlü Hewlett Packard firmasının bilim insanları tarafından çok çeşitli testlere tabi tutuldu. Sonuçlar bilim insanlarını hayrete düşürdü. Kristal kafatasının ancak ileri bir teknoloji kullanılarak yapılabileceğini ortaya koyan testlerin sonuçları şöyleydi;
1. Bilim insanlarından oluşan ekip, kristal kafatasının günümüzde iletişim sektöründe kullanılan ve bellek kapasitesi diğer materyallerden daha yüksek olan “piezo-elektrik silikon dioksit” isimli bir tür kuartz kristalinden yapıldığını ortaya çıkardı. Günümüzde kullanılan mikroişlemciler de bu maddeden üretilmektedir. Ancak daha da çarpıcı olan, bu kristal türünün henüz 19. yüzyılda keşfedilmiş olmasıdır.
2. Piezo-elektrik silikon dioksit türündeki bu kristal, hem negatif (-) hem pozitif (+) kutuplaşma özelliğine sahiptir. Bu özelliği dolayısıyla kristal kafatası akü ve pillerde olduğu gibi, kendi elektriğini üretebilir.
3. Bilim insanları kutuplaşmış bir seriyi test için kullanarak iki ayrı parçadan oluşan kafatasının alt çenesiyle, üst kafatası kemikleriyle aynı kristal bloğundan yapıldığını tespit ettiler. Kuartz kristalinin elmastan daha yumuşak ve çok daha fazla kırılgan bir madde olması nedeniyle, kafatasının tek bir parça kristalden yontularak elde edilmiş olmasının neredeyse imkansız olması bilim insanlarını hayrete düşürdü.
4. Mikroskop altında inceleme yapan bilim insanları, kafatasının üzerinde modern otomatik aletlerin ya da mekanik aletlerin kullanıldığına dair hiçbir iz bulamadılar. Bilim insanları tek bir parça kristalden alt çene gibi son derece hassas ve nadir bir parçanın modern elmas uçlu aletler kullanılarak dahi kırılmadan oyulmasının imkansız olduğu sonucuna vardı.
5. Bilim insanları kristal kafatasının hiç alet kullanılmadan, elmas parçasıyla aşındırılarak oyulabileceğini, ancak bunun da birkaç insan nesli boyunca 300 yıl gibi bir süre devam etmesi gerektiğini hesapladılar.
6. Günümüzde kristaller eksenleri etrafından yontulurlar. Çünkü kristallerde moleküler bir simetri vardır. Kristali kırmamak için, doğal yapısına göre yani bu moleküler simetriye uygun olarak kesilmesi gerekir. Laser ya da yüksek teknoloji kesme yöntemleri kullanılsa dahi kristaller doğal eksenlerine göre kesilmedikleri takdirde parçalanırlar. Ama bu kristal kafatası, ekseninden tamamen bağımsız şekilde kesilmesine rağmen, fizik kurallarına aykırı olarak, hiçbir kırılma ya da çatlama olmadan yontulmuştur.
7. Kafatasının optik özellikleri de bilim insanlarını şaşkınlığa sürükledi. Kafatasına alttan verilen ışık normal şartlarda heryana yayılması gerekirken, bu kristal içinde bir kanal oluşturarak tam göz yuvalarının olduğu yere odaklanarak dışarı yansıyordu. 8- Kafatasının bir başka şaşırtıcı optik özelliği de, alt-arka kısmına yerleştirilmiş olan prizmadır. Göz çukurlarına çarpan tüm ışık ışınları bu prizmadan yansır. Bu nedenle göz çukurlarının içine doğru bakıldığında, tüm oda kristal kafatasının gözlerinin içinde görülebilir.
blank
Nazca Çizgileri
Bazı Nazca çizgileri, yukarıdaki resmin orta kısmında görüldüğü gibi, birbirine paralel kilometrelerce ve hatta dağları, vadileri aşarak uzanmaktadırlar. Bu çizgileri kim takip ediyordu ve ne amaçla?
blank
Olmeklerin Pervaneli Uçağı
The presumed aircraft with propeller engraved on mount Albàn and attributed to fabulous Olmec population.(Alban Dağına kazınmış pervaneli bir uçağı hatırlatan eski devirlere ait bir resim görüyorsunuz. Olmek topluluğunun inanılmaz ve çözümlenemeyen örneklerinden birisidir.)
blank
Pedro Dağları’nda Bulunan Mumya
1932 yılında Pedro Dağlarında bulunmuş bir mumya. (ABD, Wyoming eyaleti, Casper şehrinin 60 mil güney batısı). Mumya, koyu bronz renginde ve oldukça buruşmuş vaziyette. Hayattayken boyu 35 cm’yi geçmiyordu!!! Röntgen ışınlarıyla yapılan incelemede bu canlının ağırlığının 5, 5 kg. Olduğu ortaya çıkarıldı.
Cinsiyeti erkek ve bütün dişleri yerinde. Öldüğünde aşağı yukarı 65 yaşındaydı. Mumya 350 gr. Ağırığındadır. Alnı çok aşağıdadır. Ezik bir burnu ile büyük ve geniş burun delikleri vardır. Çok geniş ağzı ile incecik dudakları bulunmaktadır. Bu yaratık bilinen insan türlerinden çok daha küçüktü. Bazı araştırmacılara göre bu, çok küçük boyutlarda olan bir ırkın üyesiydi.
blank
Peru’daki Duvar Taşları
Peru Sacsahuaman’daki bu duvarlar, birbiri adasındaki esrarengiz su altı yapıları ile kesin bir benzerlik göstermektedir. Bu arkeolojik duvarlar, bir gizem taşımaktadırlar. Çünkü, antik çağlarda yapılmalarına rağmen, bu kadar kusursuz bir şekilde işlenip yerlerine koyulana kadarki aşamalar için yüksek bir teknoloji ve bilgi gerektirmektedirler. İnsanın açıklayamadığı, garip iç ve dış açılara sahip bu duvar taşları hakkında cevabını bilmediği sorular ise şunlar: Nasıl taşındılar? Nasıl ölçülüp nasıl kesildiler? Nasıl bu kadar doğrulukla yerleştirildiler? Hem de ilkel insanlar tarafından.
blank
Piri Reis’in Haritası
Piri Reis Haritası günümüze kalan, Amerika kıtasını gösteren en eski haritalardan biridir. Osmanlı Kaptan-ı Derya’sı Piri Reis tarafından 1513’te çizilmiş olup, Avrupa ve Afrika’nın batı kıyılarını ve Güney Amerika’nın doğu kıyılarını gösterir. Aralarında Kristof Kolomb’a ait bir haritanın da bulunduğu 20 kaynağı bütünleştirerek hazırlanmış, 16. yüzyıl Avrupa ve Müslüman denizcilerinin coğrafya bilgilerini içeren değerli bir tarihi belgedir ve [28] bugün İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.
Harita 1513’te Avrupalıların sahip olduğundan çok daha fazla detay içeriyor. Öyle ki Pizarro henüz Peru’yu keşfetmemiş olmasına rağmen Piri Reis Ant Dağları’nı nasıl biliyordu? Piri Reis’in haritalarının 1513 tarihinde çizildiği düşünülürse, koordinat çizgilerinden, topografik detaylara kadar birçok sıra dışı bilgiye sahip.
Piri Reis’in haritaları, tarihi eser ve en eski haritalar olmalarının yanı sıra bazı ilginç nitelikler de taşıyor. Bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenen yukarıdaki harita, 20. yüzyıla kadar kayıptı. Tarihsel öneminin yanı sıra, 1500’lerde hiçbir Avrupalının bilmediği detayları içeriyor. Bu yüzden eski teknolojik medeniyetlerin ve belki “dünya dışı” medeniyetlerin etkisiyle şekillendiği iddia ediliyor.
Günümüzde koordinatları belirlemek için kullandığımız enlem ve boylam çizgileri paralel ve meridyenler olarak ta biliniyor. Meridyenler iki kutupta birleşiyor. Oysa Piri Reis’in haritalarında enlem ve boylam çizgileri yerine, istikamet açılarıyla kilit noktalarda birleşen farklı çizgiler kullanılmış. Bu çizgiler “Enerji Izgaraları” olarak adlandırılıyor. Yani çizgilerin birleştiği kilit noktalar, dünyanın belirli enerji merkezlerini simgeliyor.
blank
blank
Rusya’da Bulunan 22.000 Yıllık Oymalar
Rus bilim insanları, Moskova’nın 93 km güneydoğusunda Zarays’ktaki eski taş devrine ait kazı alanında 22.000 öncesine ait mamut dişleri üzerine işlenmiş oymalar buldu. Koni biçimindeki fildişi oyma (yukarıda solda) Paleolitik eserler arasında benzersizdir ve ne işe yaradığı hala bir bilmecedir.
blank
blank
blank
Rusya’da Bulunan Spiral Cisimler
Alışıldık olmayan bu spiral cisimler, 1991–1993 yılları arasında Rusya’daki Ural Dağları’nın doğusunda bulunan küçük bir dere olan Narada’da bulunmuşlardır. Boyları en fazla 3 cm. Olan bu cisimlerden belki inanılmaz ama 0, 003 mm. Olanları da bulunmuştur. Büyük olanları bakırdan, küçük ve çok küçük olanları ise çok ender rastlanan “tungsten” ve “molybdenum” maddelerinden yapılmıştır.
Mikroskopla yapılan incelemeler sonucunda, spiraller, kusursuz bir biçimde “altın oran” tekniğiyle yapılmıştı. Daha da şaşırıcı olan şeyse, bütün bilimsel incelemelerin gösterdiği gibi bu cisimlerin yaşlarının 20.000 ile 318.000 yıl arasında değiştiğidir. Bu yaş farkı, cisimlerin bulundukları derinliğe göre değişmektedir
Kaynaklar
[1] ell-Hac Hüseyin Vedad, “İnkılâb-ı Kebîr: Asla Kalboluş”, İstanbul 2009, ISBN: 978-605-60630-3-9, s.22, 29
[2] Doç. Dr. Soner Gündüzöz, “Tufan’dan Kurtulanların İsyankar Torunları: Ad, Semud ve Ress Kavimleri”, “Kurândan Öğütler”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 79, ISBN: 978-975-19-4755-0, c.2, s.377.
[3] Hamza Yardımcıoğlu, “Örtülü Gerçek: Nuh’un Küresi” (e-kitap), s.21, www.hamzayardimcioglu.com/ortulu_gercek.pdf
[5] Doç. Dr. Çağatay Güler – Zakir Çobanoğlu, “Afetler”, Ankara 1994, ISBN 975-7572-34-9, s.11.
[4] Yaşar Özkan, “Gizemi Çözülmemiş Olan Antik Yapılar – 2”, www.korhaber.com/pdf/SFENKPDF.pdf, 14 Kasım 2011.
[6] Ergün Candan, “Antik Mısır Sırları”, Sınır Ötesi Yayınları, İstanbul, ISBN: 975-8312-24-3.
[7] Mü’min Suresi, 21. Ayet
[8] Mü’min Suresi, 82. Ayet
[9] Rum suresi, 9. Ayet
[10] Adiyat Suresi 1-6. Ayet.
[11] TURSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) Dergisi, Ocak 2011, Sayı: 407, s.14
[12] www.mailce.com/bilimin-aciklayamadigi-kesifler.html
[13] www.sabah.com.tr/fotohaber/dunya/bilimin_aciklayamadigi_kesifler?tc=38&page=38
[14] “Ne Var Ne Yok”, TÜBİTAK Bilim ve Çocuk Dergisi, Nisan 2011, sayı: 160, s.6.
[15] Prof. Dr. Ergun Türkcan, “Teknoloji Tarihi”, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir 2011, s.68, ISBN 978-975-06-1075-2.
[16] muhendisonline.net/bilgisayarlarin-atasi-antikitera-duzenegi.html
[17] Fenomen Dergisi, Sayı: 20, s.71.
[18] Fenomen Dergisi, Sayı: 20, s.70.
[19] semiherturk.blogcu.com/babil-pili-mutlaka-okuyun/11058176
[20] ekonomi.haberturk.com/teknoloji/haber/779409-binlerce-yildir-sirlari-cozulemedi
[21] www.bilimveteknoloji.org/evrimteorisi/1069-antik-msrda-ampul-kullanilarak-aydinlatma-yapilyordu-.html
[22] www.kabatasdevri.com/kabatas_devri_02_b.php
[23] gokturkramu.blogspot.com.tr/2012_09_01_archive.html
[24] Fenomen Dergisi, Sayı: 20, s.74.
[25] www.ufonet.be/ufonet-arastirma-konulari/125-bilimin-suskun-kaldigi-36-kesif.html
[26] ercan-bas.blogcu.com/kristal-kafatasinin-sirri-ne/10652234
[27] mmmgroup2.altervista.org/e-gall.html
[28] https://tr.wikipedia.org/wiki/Pîrî_Reis_Haritası
[29] arsiv.indigodergisi.com/48/mk003.htm
[30] nexusilluminati.blogspot.com.tr/2010/07/ancient-artifacts-that-challenge-modern.html
[31] https://gizliilimler.tr.gg/5000-Yı llı k-Takma-G.oe.z.htm
[32] www.ancient-origins.net/ancient-places-oceania/kaimanawa-wall-new-zealand-00153 (İngilizce)
[33] ntvmsnbc.com/id/25154573/
Gizliilimler – Akhenaton