Günümüzde insanoğlu bütün gelişme ve bilimsel ilerlemelere rağmen mutlu değildir. Kederlidir, endişelidir, tatminsizlik içindedir. Ya olanlar karşısında ilgisiz bir kişisel yaşam sürmektedir ya da karmakarışık bir zihin ve ruh hali ile karşılaştığı yaşam olaylarını çözümleyememenin boğuntusunu yaşamaktadır.
Genel bir yaşam görüşü, kaliteli bir sentezi, açık-seçik bilgisi yoktur. Bir insanda samimiyet, içtenlik, saflık bulunmazsa yani iç varlığına ait bilgiden yoksunsa, ruhsal yönden çok cılızlaşmışsa durum kötüye gidiyor demektir. Bir toplumun elinden fazilet, erdem ve ahlakı alırsanız o toplum çökmeye mahkûm olur.
Samimiyetin ve güvenin gerçek ruhsallık olduğunu bilmemize rağmen yaşamın günlük akışı arasında, bu gerçekliği uygulayabilmek için hayli güçlü olmak gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Hakikati bilmek kadar, izinde yürümek de zordur, hatta çok zordur.
Hepimiz bu dünyanın insanıyız ve elimizdeki işleri boşlamayı ya da kestirme yoldan zengin olmayı, köşe dönmeyi ön plana aldığımızda, yasalar, kurallar ve vicdan sesi sustuğunda, yukarıda anlatılanlar olur ve yozlaşma her geçen gün derinleşir. Nereye kadar? Toplum vicdanı harekete geçip, bireyler tek tek önce vicdanlarında  ‘dur’  deyinceye kadar da sürer.
Aslında her yıkımın, her yozlaşmanın bir yeniliğin ve iyiliğin de habercisi olduğu gerçeğini unutmadan yaşamakta çok yarar var. Aksi takdirde dünyada her şeyin hiç durmadan kötüye gittiği duygusuna kapılır, kendi psikolojik sağlığımızı ve yaşam kalitemizi de bozarız. Her gecenin bir sabahı mutlaka vardır. Ne gece ne de gündüz sürekli kalabilir…
‘Hikmet ancak Hikmeti bilenlerle beraber büyür’  diye bir söz vardır. Şu yaşlı gezegenin, çilekeş varlıklarının yasalara olan dik başlılığı ve ben merkeziyetçiliği ne zaman durulursa, sözü edilen aksaklıklar da o zaman düzelir. Huzur, ahenk, denge ve gerçek bilgiye kavuşuruz… Ve uyanış, ayağa kalkış başlar.
Uyanışın tüm sıkıntılarını dünya olarak hep birlikte yaşıyoruz.
Alıntı